“ Ala” ve “Alaca” renk. “Uygur-Göktürk Yazıtlarında ve Kutadgu Bilig ile Divan” da Ala, Alak, Alaca Türkçe sözdür. Don, renk, boy, yer adlarının belirtilmesinde kullanılmıştır.”[1]
ALACA: Hunlara bağlı bir Türk kavmi. Baykal Gölü’nün güneyinde yaşarlardı. Çin kaynaklarında bunlardan “Bo-ma” diye bahsedilir. (Bo-ma, alacalı at demektir.) Aynı kaynaklar “Bo-ma”lardan bazen de “O-la-cı”lar diye bahseder (Bu kelime, Türkçe alaca kelimesinin Çince yazılışı olabilir).
Alacalar göçebe bir kavimdi, yüksek karlı yerlerde oturur, at besler, kımız içerlerdi. Öbür Türklerden farklı olarak saçlarını kısa kesmekteydiler. Holanşan, Alaşan… gibi bazı yer adlarının bunlardan kalması muhtemeldir.[2]
ALACA: Orta Asya’da yaşayan ve göçebe olarak hayvancılıkla iştigal eden bu Türk kavmi, bugün Kırgızistan sınırları içinde olan Altay Dağları eteklerinde kendilerine özgü yaşayışlarıyla varlıklarını sürdürmektedirler.[3]
ALACA: Kaşgari’de (Divanü Lûgat-it Türk, B. Atalay, yayını: Barçın) Yolak Barçın tarifi, Alaca ve kutnî tarifine uyar (Karş A. Survey of persion art, yay, poppe. III, 2043). 14. yy’da İran’da Moğol Hanı’na takdim edilen kumaşlar arasında kutnî ( Resala-yi Falakiyya, 137-a ) vardır. Moğol döneminden sonra 13.yy’dan beri Hindistan, İran ve Türkiye’de tüketimi çok olan ipek-pamuk karışımı bir grup kumaş çeşidine “kutnî” ve “alaca” denir.
Osmanlı tereke ve gümrük defterlerinde 15.yy’dan beri “alaca” adı altında bir çok çeşit kumaş buluyoruz; Mısır alacası, Şâmî alacası, Yezdî alaca, Hindî alaca, aneberî alaca, Manisa alacası, Tire alacası, Kaşan alacası, Dapul (Hint) alacası, alaca basma, divar izarî.
“Alaca”dan bir çok eşya yapılırdı: Alaca kaftan, alaca heybe, iplik alaca kaftan, alaca çarşaf, alaca minder, alaca kilim, alaca atlas, mak’ad (minder), alaca peşgir. İstanbul’da alaca satıcıları, ayrı bir hifret (lonca) halinde örgütlenmişlerdi.
Evliya Çelebi döneminde (Cilt I. S.616) Tire, Şam ve Hint alacaları meşhurdu. Atlas veya kemha kaftan yerine ucuz bir kaftan çeşidi alacadan yapılıyordu. Giyecek ve ev döşemesi olarak alaca kumaşın tüketim alanı pek genişti. Alaca, Hindistan’da bu adla meşhurdu. Alaca, Asya’da İndonezya’dan yakın doğuya kadar uzanan geniş bir sahada yaygın “ikat” denilen kumaş grubu içinde incelenmektedir. Bu kumaşların özelliği, ipliğin dokunmadan önce yer yer boyanıp, dokumanın deseni bu iplikle sağlanır. Türkiye’de makaslı ve taraklı denen bu tekniğin menşe-i eski çağlara kadar izlenmektedir.
(Bak. A.Bühler, Le technigue de 1’kat les Cahiers de Ciba, III. 36, s.1218-24; Şahin Yağan Türk El Dokumacılığı İst. 1978, 11-28: D Chevailler,” Les tissus dikates d’Alep et de Damas”, Syria, xxxıx, 1962, 300-324) [4] Alaca-i Buruç ( Pamuk-ipek karışımı ) Sahib alaca, Keşmir alacası,Alaca-i Ahmed-abâdî (Hindistan’da Ahmed Abad bir şehir), Alaca-i Mav ( Mhaw, bir şehir )… vb [5]
ALACA: Yer adları olarak ülkemiz sınırları içinde Alaca (Çorum), Alaca (Erzurum), Alaca dağ (dört tane farklı bölgelerde olmak üzere), Alacahan (Sivas), Alacahöyük (Çorum-Alaca’nın bir beldesi), Alacami (Afyonkarahisar)… vb bulunmaktadır. [6]
ALACA: Hüseyinova/Hüseyinabâd/Alaca, Çorum-Yozgat yolu üzerinde 50-52. km’de yer alan şirin bir ilçedir. [7]–1
“Alaca”, “Ankara ilinin Yozgat Sancağı’na bağlı küçük bir kasaba” olarak tanımlanıyor. Önceleri bucak olan ve Hüseyinabâd olarak Alaca 1919’da ilçe yapılmıştır. Alaca belediyesi 1920’de kurulmuştur.7-2
Alaca, XIV.yy’la ait bir belgede, Hüseyinova’da aynı adı taşıyan bir köyden söz edilmektedir. [8]
“Ancak Hüseyinabâd yöre ismi olarak kalırken “Vakıf sınırlarının tesbit edildiği anlarda Alaca adına rastlanılmaktadır” XIX ve XX. yy’larda Hüseyinova yöre adı yerine nahiye ve bucak adının tanımlanmasında Alaca adı resmiyet kazanmıştır.” [9]“ALACA” adı 1932’de resmiyet kazanır. [10]
Kronolojik sıra içinde incelendiğinde beş devre halinde incelemenin mümkün olduğu görülür.
1- Milat öncesi dönem,
2– Helenistik dönem,
3- Bizans ,Emevi,Abbasi,Beylikler ve Selçuklu dönemi,
4- Osmanlı Devleti dönemi ,
5– Cumhuriyet dönemi (Türkiye Cumhuriyeti)
Bu meyanda ilçemiz ve köylerinin tarihi hakkında yüzeysel ve kısaca elde edinebildiğimiz bulgu ve bilgileri aktarmaya çalışırsak şu verilerle karşılaşırız.
1)MİLAT ÖNCESİ
Hatti ve Hitit Devri
“Eskiçağ”da, ilçe merkezinin bulunduğu alan, Kiebert Haritasında “Etonia” olarak geçmektedir.” [11] Görüldüğü üzere bölgemiz yerleşim olarak dört bin yıllık bir geçmişe sahiptir.
Daha evvelinde Hattilerin ülkesi olarak bilinen alan içinde yer alır. Ancak, Hattiler hakkında kesin ve yeterli bilgilere sahip değiliz.
“Kalkolitik (Bakır-Taş) çağını yerleşmenin yoğunlaştığı dönem olarak görüyoruz.” [12]
En belirgin örneklerini ilçemizin Alacahöyük (Bugün Horamözü) beldesindeki büyük höyük, Eskiyapar Köyü’nün önceki yerleşim alanı, höyükler oluşturur.Bunların dışında Büyükhırka Köyü’nde Kıplanpınarı Höyüğü, Bayındır Höyüğü, Küçükhırka’da Çatal ağıl höyüğü, İnin Deliği, Gavur Deresi Höyüğü, Yatankavak Köyü’nde iki tümülüs, Karlak’ın güneyinde kırk basamak, Dedepınar Höyüğü, Kızıllı Höyüğü, Hışır Köyü Höyüğü, Yağlıçal Höyüğü, Kapaklı Köyü’nde Ak Höyük, (Aktoprak Höyüğü), Akpınar Köyü Höyüğü, Küçük Dona–Körpınar Köyü arası Zindan Höyüğü), Miyanesultan Kale Höyüğü, Çikhasan Pazarlı Höyüğü, Tutluca (Pazarören) Höyüğü, Kabil’deki Kartal kaya Zindan ve Sur Kale Höyüğü, Bahçeli Höyüğü, Kalecikkaya Kale Höyüğü, Dereyazıcı Gücahman Höyüğü… gibi hatta Çomar Köyü’nde Culfalık Kayası olarak bilinen kaya mezar karşısı (Batı yönde) Höyüğü Beşiktepe Köyü’nün doğu yönünde oturum alanında ki höyüğü, Gerdekkaya Köyü Kale Höyüğü, Kalınkaya Köyü’ndeki tapınak ve sunak, Kalehisar Köyü Kale Tepesi’ndeki tapınaklar ve sunaklar Alaca merkez olmasa bile çevresinin tam bir tarih hazinesi, kısa ve farklı bir değişle açık hava müzesi durumundadır. Ancak bu tarihi kıymetin yağmacılarca yok edilmeden gün ışığına çıkarılması ülkemizin, ilçemizin genç nesillerin faydasına, hizmetine sunulması gerekmektedir.
Hitit’lerin Siyasi Tarihi
Hitit devletinin kurucusu I.Tuthaliya’yı takiben bu dönemin ünlü hükümdarları, 1.Labarna, 1.Hattuşil, 1.Murşili, 5.Telepinu, karanlık dönem için dört hükümdarı takiben (Aruwanda, 2.Tuthaliya, 2.Hattuşil, 3.Tuthaliya) Şuppilüliuma’dır.
Bu dönemde ise Şuppilüliuma, II. Murşili, Muvattali, III. Hattuşili (Mısırla yaptığı meşhur Kadeş Antlaşması’nı kuvvetlendirmek için kızını II. Ramsesle evlendirdi. Mısır’a Damadını ziyarete gitti. Bu andlaşma sonunda Kuzey Suriye Hititlere kaldı.) IV. Tuthaliya, II. Şuppilüliuma Hitit Devleti’nin sonu oldu.
Bu dönem başlangıcında (M.Ö. XIII. yy’ın sonlarına doğru) Ege göçleri şiddetlendi. Hitit, Mitanni, Kasit Devletleri yıkıldı. Anadolu’da Firig ve Urartu Devletleri kuruldu.
Güney Anadolu ve Kuzey Suriye’de birçok Hitit şehir devleti görüldü. Kargamış (Ceraplus), Tabal, Melid (Malatya), Hilakku, Que (Killikya), Gurgun (Maraş), Sam’al (zincirli), Sakçagözü (Keferdiz) vb. Asur Hükümdarı III. Tiglatplesar (M.Ö. 746-727) Geç Hitit Devletşehir devletlerinin çoğunu haraca bağladı. II.Sargon M.Ö. 721-705 buraları Asur vilayeti haline getirdi.[13]
Alacahüyük, Kral Mezarları, Aslanlı Kapı, aslan sfenksleri, tapınak, sunak, III.II ve I. kültür dönemlerinin izleri ve incelemelerde çıkartılıp Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde sergilenen takriben 4000’nin üzerinde eser bulunmuştur.
M.Ö. 1200 ile M.Ö. 676 yılları arasında egemenlik kuran Frig yerleşmelerini Çorum ilinin Boğazköy, Alacahöyük, Eskiyapar, Kalınkaya, Demirci Höyük, Kalehisar, Çikhasan Pazarlı Höyük ve önceki bahiste anlatılan Eski Çağ Demir Devri klasik demir çağlarındaki bulguların elde edildiği merkezlerde görüyoruz.
“Alacahöyük, Pazarlı’da bulunan yazıtlar dışında, Kalehisar’da Kale olarak bilinen yüksek kayalığın üzerinde, Kybele sunağında da Frig Yazıtları’na rastlanır. Kalehisar’daki sunak, çift başlı arkalığı ile Midas kentindeki Kybele-Attis taht sunaklarının çok benzeridir.” [14]
Yapılan kazı çalışmaları sırasında üst tabakalarda elde edilen bulguların çokluğu ve Frig’ler dönemine ait olması Frigyalıların Kızılırmak kavisi içinde geniş bir alana yayılıp yerleştiğini uzun süre bölgeye egemen olup “Kimmerler’ler tarafından Çorum ve çevresindeki Frig kentlerinin teker teker yağmalandıktan sonra iz bırakmadan çekip gitmiş olmaları”[15] belli bir kültür meydana getirdiğini, ancak Kimmer’lerin istilasıyla hakimiyetin el değiştirdiğini ortaya koymaktadır.
M.Ö. 7.yy’ın sonu, 6. yy’ın başlarında Frigya’nın zayıflamasıyla batıda Lidyalılar, Anadolu’nun doğusu (Doğu Anadolu) İran’ın batısı üzerinde Med’lerin etkisini güney den de Asurluların baskısını görmekteyiz. Bunu Perslerin takip Anadolu’yu paylaşılamayan bir alan olarak veya çok sayıda devletlerin sahip olmak istediği, hükümranlık sağlamaya çalıştığı verimli zengin bir alan olarak göstermektedir.
2) HELLENİSTİK DÖNEM (M.Ö. 334-85)
“İskender’in Pers İmparatorluğu’na son vermesiyle yeni bir dönem başlamıştır. Hellenistik çağ olarak adlandırılan bu dönem, Anadolu için siyasal karışıklıklar dönemidir. İskender’in çok kısa süren imparatorluğu, ölümünden sonra (Makedonya, Anadolu, Suriye, Mısır Krallıkları olmak üzere) parçalanmıştır. Özellikle Anadolu, üç kral arasında pay edilmek üzere savaşlara sahne olmuş; Bergama, Bitinya, Pont ve Kapadokya krallıkları yanısıra bir çok eyalet bağımsızlığını almış, Orta Avrupa’dan gelen Galatlar Anadolu’ya yerleşmişlerdir.” [16]
“M.Ö. 85’ten sonra ise Galatlar, Roma’ya bağlı kukla yöneticilerle yönetilmeye başlandılar. Roma İmparatoru August zamanında ise Galatya, bir takım haklar elde etmekle beraber Roma’nın bir ili haline getirildi.
Çorum ili ve çevresinde yapılan kazılarda, rastlantı sonucu ortaya çıkan arkeolojik pek çok bulgular Galatların İskilip, Bayat, Avkat, Boğazköy ve Eskiyapar çevresinde yaşadıklarını göstermiştir.” [17]
Not: Lidyalı Kral Giges’in Mezopotamya ve İran ticaretini Ege denizine bağlayabilmesi için yaptığı meşhur Kral Yolu’nun Mecitözü’nden geçtiğini görmekteyiz.
3) ROMA, BİZANS, EMEVİ, ABBASİ, BEYLİKLER VE SELÇUKLU DÖNEMLERİ
“Pontus Kralı’nın, Roma diktatörü Julius Sezar’a yenilmesi sonucu Anadolu Egemenliği dolayısıyla Çorum ve çevresi (Alaca ve köyleri) Romalılara geçmiştir. 395’te Roma’nın ikiye ayrılmasıyla Çorum ili ve çevresi Doğu Roma toprakları idaresine girmiştir. Bizans İmparatorluğu idaresinde kalan Çorum halkı Yunan kültürünün etkisi altında daha fazla Rumlaşmıştır.” [18]
İl içinde ve çevresinde özellikle Alaca çevresinde; Alaca Höyük, Eskiyapar, Çikhasan-Pazarlı, Tutluca, Kabil Kalesi vb birçok ören yerlerinde Roma devri mezarlara, sikkelere, takılara, seramik parçalarına rastlanmaktadır. Eserler İstanbul ve Ankara Anadolu Medeniyetler Müzeleri’nde sergilenmektedir.
“1890 yılında W.M Ramsay, yaptığı incelemelerde Bizans döneminde Helenopontus piskoposluklarından biri olan Eukhaita’nın Çorum olabileceğini ileri sürmesi bu görüşü S. Vryonis’in tekrarlayarak desteklemesi söz konusudur. Bu görüşlerden farklı olarak yönetim, din ve ticaret merkezi olarak Nikonya ve Yankonya isimleri ileri sürülmektedir. Tayyar Anakök ise her hangi bir belge göstertmeden verdiği gerekçede I. Velit’in kardeşi Süleyman’ın halifeliği döneminde, Arapların 715 –717 yılları arasında denizden ve karadan Bizans üzerine asker gönderdiklerini anlatırken Arap kumandanı Müslime’nin Çorum’dan geçtiğini, Zile, İskilip, Çorum, Tokat, Amasya, Samsun kentlerinin isimlerini değiştirdiğini ve Çorum’ Yankoniya veya Nikonya isimlerini verdiğini belirtir ki bu görüş Batı kaynaklarında geçmediği gibi tartışmaya da açıktır.”[19]
Belirtilen açıklama ve gelişmeler bizi Bizans–Emevi ilişkilerine götürerek Alaca’nın yerleşim yeri olması hakkında ilk ip uçlarını vermektedir. “Peygamberimizin Hadislerindeki büyük ünvanına sahip olmak için İstanbul’u zaptetmek üzere İslam hükümdarları seferler yapmışlardır. I. Muaviye zamanında İstanbul’u fethetmek için gönderilen orduların komutanları ve Peygamberimizin yakın arkadaşları ile hizmet adamları da bulunmuşlardır. Savaş dönüşünde Çorum’da şehit olup kalanlar arasında Kerebi Gazi (Maadi Kerep), Suheyb-î Rumî, Ubeydî Gazi… gibi büyükler Çorum’da,”[20] Cafer bin Hüseyin, Alaca’nın 3 km. güneyinde bugünkü Hüseyin Gazi Türbesi’nin (Tekkesi’nin) bulunduğu yerde şehit düşmüştür. I. Kuşatma 668. II. Kuşatma 674 tarihlerinde yapıldığına göre deniz gücünün karadan desteklenmesi Bizans sınır boylarında sugur vilayetleri ve avasım kıtaları oluşturulmasının ilk örneklerini içerir.” [21]
Roma kaynakları, Hüseyin Gazi’nin ölüm yeri olarak Ameryum’u, Arap yazarları, isim benzerliğinden yola çıkarak Amoryum’u Angora olarak tanımladılar. Bu gelişme, batı kaynakları ile Arap kaynaklarının birbirini yalanlar nitelik arzettiğini gösterir. [22]
Hüseyin Gazi Tekkesi’nin yerini, Sör Charles kilise olarak tanımlarken Alaca’daki Şahmaspur tepesi, Bektaşi yönetiminde harabe bir yerdir.Yine batılı yazar Hamilton, bu yerin Selçuklu Tekkesi olduğunu ayrıca bu tekkenin Konya Medresesi şeklinde planlandığını ifade eder. [23]
İleride Hüseyin Gazi ve Tekkesi ve Medresesi’nden bahsedileceği için Bizans-Emevi ilişkilerinde II. Boyut “Halife Süleyman (715-717) dönemlerindeki 3. İst. kuşatması ile yeni bir anlam kazanır. Halifenin, 717’de ölümü ve vasiyeti gereği Abdülaziz’in oğlu Ömer halife olmuştur. Halife Ömer, ilk iş olarak meslemenin ist. Kuşatmasını bırakarak geri dönmesini buyurdu.” Cafer Bin Hüseyin’in bu dönüş yolculuğunda şehit olması daha yüksek ihtimaldir. İslam ordusu 180 bin olarak savaşa çıkmış 30 bin olarak dönmüştür. “Battal Gazi şahadeti (740), (Hişam dönemi 724 –743) Afyon Karahisar yakınlarındadır.[24]
750-1258 arası Abbasi İmparatorluğu zamanında Araplar, Bizans topraklarından Anadolu üzerine akınlarda bulunmuşlar, Avasın kıtaları oluşturmuşlar, ancak Malatya (Amorion–Amoryum)’yı, Çukurova’yı fethetmiş, İstanbul’u kuşatmış ve akınlarda bulunmuşlardır.
Bizans’ı çökertmek, başka bir deyişle geldiği bölgeye çekilmesini sağlamak Türk milletine nasip olmuştur.
“1018 Çağrı Bey’in 3 bin süvari ile Buhara civarından Şarkî Anadolu’ya akım yaparak Selçuklulara bir yurt araması, 1027 kayıtların baskısı ile büyük Türk muhacaratının gelişmesi, müslüman Oğuzlar’ın da sel halinde Maveraünnehir’e Horasan’a ve diğer İslam ülkelerine göçmeleri. 1048’de İbrahim Yınal’ın yurt arayan büyük bir Türkmen kütlesini Anadolu cihadına göndermesi ve onun Selçuklu ordusu ile gelip Bizanslılara karşı Hasan-Kale zaferini kazanması, Erzurum’un fethi Oğuzların Trabzon’a ve Orta Anadolu’ya kadar yayılmaları.
1071 Malazgirt Zaferi’ni takiben 1072’de Artuk Bey’in Sulhu Bozan Bizans’a karşı Sakarya Havzası’na kadar büyük akını.”[25]
Alaca (Hüseyinova) dahil çevrenin Türkler tarafından fethi ve iskana açılması:
“Süleyman Şah’ın dayısı Emir Danişmend (1074 yılı başlarında) oğlu Gümüş Tekin Ahmet Gazi Kızılırmak ve Yeşilırmak havzalarının fethini tamamlayarak (Sivas, Malatya, Amasya, Çorum, Niksar, Tokat, Kayseri, Elbistan) çevrelerinde, hakimiyet kurmayı başardı.” [26]
Bölgeye, Türk nüfusu yerleşmeye başladı. “Ahmet Gazi’nin bölgeyi fethinden sonra buraya; Türkmenlerin, Alayuntlu neslinden Çorumlu oymağını reisleri İlyas bey ile birlikte yerleştirilmesi ile bağdaştırılır. Oymağın yerleştirilmesinden sonra kent Çorumluoğlu’nun yurdu, kışlağı ve yaylağı olarak tanınmıştır. Çorumlu olarak kalmıştır.”[27]
“Danişmendliler, Anadolu Selçuklularına bağlı olarak yaklaşık 1095’ten 1175 yıllarına kadar Yeşilırmak ve Kelkit dolaylarında hüküm sürmüşlerdir. Esas olarak Sivas, Tokat ve Amasya çevresinde kurulan 1127-1142 yılları arasında genişleyerek Ankara, Çankırı, Kastamonu, Çorum, Yozgat çevrelerin de kontrolleri altına almışlardır” Dolayısı ile Alaca (Hüseyinova) Danişmendli yönetimindedir.[28]
“Mengücekli Behram Şah (1151-1225), II. Kılıç Aslan’ın damadı, İzzetin Keykavus’un kayınpederi altmış yılın üzerinde Mengüceklilerin Erzincan kolunu idare etmiş, Anadolu Selçukluları ile iyi geçinmiş, ilme ve eğitime önem veren bir devlet adamıdır. Alaca’ya 18 km kuzey batıda bulunan “Kalehisar-Demirli (Mahmudiye köyü – Alaca) Behramşah Külliyesi’nden bahsedilmektedir.[29]
“Baltu ve Samagaroğlu askerleri ile Delüce kışlağına vararak Demirlü Karahisar’a kondular.”[30]
(Dipnot: “Anadolu’da mevcut birçok Karahisarlardan biri de burası olup Delice çayı yakınında bulunduğu anlaşılıyor. Eflakî, Mevlana Celaleddin’in ve Mu’ineddin Pervane’nin dostlarından Şeyh Muhammed’in bu kasabada gömülü bulunduğunu söyler. (Menakıb, s.815) Hamdullah Kazvinî, Demirli Karahisar’ın Kayseri’ye üç konak mesafede olduğunu hazine aidatının 25.500 dinar tuttuğunu yazar. (Nüzhet-ül Kulub, s.113) Anonim Selçukname’ye göre, Baltu’dan kaçan Selçuk şehzadeleri, 1295’te buraya sığınmıştır.)
1243 Sivas Köse Dağı yenilgisi üzerine Türkiye (Anadolu) Selçukluların kargaşa dönemine, Sivas ve Amasya’nın emirsiz kalmasına ve Çorum’da kargaşaya neden olmuştur. Karahisar Timurlu’ya sahip Hüsameddi’nin bu kargaşada, Çorum ve Osmancığa hakim olduğu Karahisar Temurluğunda imar planında bulunduğu zikredilmektedir.
1230 Yassı Çemen hadisesi ve Anadolu’ya yönelik Türkmen göçleri, Anadolu’da yeniden dalgalanmalara, akabinde Kösedağ yenilgisi ve Moğol istilasına, emir ve beylerin bağımsız hareket etmelerine yol açtı.
“1303’den sonra Moğol oymakları Sivas’tan Kütahya’ya, Çorum Bölgesi’nde Karahisar Demirlü’den Konya’ya kadar Orta Anadolu’daki göçebe hayata elverişli bütün otlakları işgal etmişlerdir.” [31]
4) OSMANLI DÖNEMİ
Beylikler ve Selçuklular dönemi içindeki doğudan Anadolu’ya göçte yaşanan kargaşa Türkmen boylarının Anadolu’da sürekli yer değiştirmesine ve onu daha iyi tanımalarına yol açmış, Türkmen boyları kendi güvenlikleri için beslenme, hayvancılık, tarım için uygun gördükleri kışlak ve yaylaklara yerleşerek yurt edinmişlerdir.
Bu yurtlanmada, bulundukları yerleri mensup oldukları boylarının, beylerinin, kahramanlarının veya yerleşim alanının özelliklerine göre uygun gördükleri kendi kültürel özelliklerinin etkisiyle adlandırmışlardır.
Çorum il merkezi ve köylerinde olduğu gibi Hüseyinabâd (Alaca) merkez ve köylerinde de yerleşme adlandırmayı, açık olarak görebiliyoruz. Daha önceki araştırmacıların, Hüseyin Abâd (Alaca) yerleşiminde “Mamalu” aşiretini tek boy gösterdiği gibi hataya meydan vermeden çevreden merkeze doğru bir kuşatma ile örnekleyecek olursak; Çepni (Çöplü-Alaca), Bozdoğan (Alaca), Maraşlı (Alaca), Beydili (Büyük Söğütözü-Alaca), Yaparlı (Eskiyapar-Alaca), Kızıl (Kızıllı-Alaca), Kızkaraca (Alaca), Kargın (Alaca), Koyunlu (Koyunoğlu –Alaca), Alamaslı (Alaca), Avşar Divanı (Alaca), Eymir Çayı (Alaca), Dedekargın (Camili-Alaca).
Alaca (Hüseyinova) merkezde, ilk yerleşim bölgede yaşayan Rumlara ait ancak Türkmenlerin gelip yerleşmesi kendi kültürlerini yaşatmaya çalışmaları, yer adlarını değiştirmeleri, yeni adlar koymaları, çoğalmaları, Rumların değişime uğramasına bölgeyi bırakarak çekilip gitmeleri sonucunu beraberinde getirmiştir. Merkezde Rumlar yaşarken gelen, Türkmenler Maraşlı, Mamalı, Karakeçili, Ceritli, Dedesli, Hırka, Gündoğdu, Avşar, Bayburtlu, Dulkadirli… vb. Her bir boyun kendi içindeki oymakları konar göçer yaşarken göçe katılmayıp yerleşik hayatı seçenler tarafından üç mahalle şeklinde karşımıza çıkar.
1300’lü yılları takiben ovadaki su ve bataklık alanlar arasında en uygun yer bugünkü Ayhan Mahallesi’nin yeridir. (Cedid-i Sultaniye) adıyla tapu ve ip kayıtlarında mevcuttur. Cumhuriyetin ilk yıllarında Hüseyinabât’ın (Alaca) mahalleleri, Ayhan, Günhan, Yıldızhan, Oğuzboy adlarıyla; daha ileriki zamanlarda Denizhan, Özhan, Cengizhan, Cumhuriyet mahalleleri olarak adlandırılmışlardır. Bu izahat bize gösteriyor ki Türkler, yurt edindikleri yerlere kendi kültür değerlerinin izlerini, isimden başlamak üzere her varlığa işliyorlar.[32]
Bölgenin sosyal yapısında belirgin gruplaşmalar tespit edilmiştir. Bir grup belirli bölgelerde yurt tutmuş Türkmen ve Moğol oymaklarını içerirken; ikinci bir grup bazı kaleleri etraflarındaki kasaba ve köylerle birlikte ellerinde tutan ve ikta sahibi olan eski Danişmendiye sülalesine ait asilzadeler ve aynı şartlarda Moğol kumandanlarını içermektedir. Üçüncü grup ise köylerde yaşayan çiftçiler ile şehirlerde yaşayan ve ticaret ya da bağ-bahçe işleriyle uğraşanları yahut vakıf müesseselerinden geçinenleri içermekteydi.”[33]
Örneğin, “Bu sosyal yapı üzerine 1341’de Moğol Emirlikleri’nden Alaattin Eretna tarafından Eratna Beyliği kurulmuştur. (1335 yılında Ebu Said Bahadır Han’ın ölümü üzerine İlhanlıların son Anadolu Valisi Şeyh Hasan İran’a giderken Alaattin Eratna’yı vekil bırakmıştır.) Merkezleri Sivas-Kayseri olmak üzere iki tane olup ayrıca Moğol umumi valilerince “Rum Vilayeti” olarak yönetilen Amasya, Tokat, Çorum, Develi Karahisar, Ankara, Zile, Canik, Ürgüp, Niğde, Aksaray, Erzincan .
“Hüsamettin Timur’un 1243 Kösedağı savaşı sonrası Çorum ve Osmancık çevresinde kontrolü sağlayıp Kalehisar Temurlu’ya yerleşip imar faaliyetinde bulunması yazılıdır. Yöredeki “Hüsemiye Medresesi ve Hamam Harabesi” “kale kalıntıları” bunun en güzel örnekleridir. Kalehisar Temurlu, 1300 tarihinde bayındır bir kentti. Tabuoğlu adındaki kişiye ait düzenlenmiş bir vakfiye suretinde; “… Medene-i Karahisar Demirli (Temürlü ) de, Hüsameddin Medresesine gerek bu kasabada Kain Dekâkin (Dükkanlar) ve gerek Hüseyinabâd kazasında baki bir çok malikhane(nin) “ayrıldığı” kayıtlıdır.”[34]
“Yine 1362 tarihi Şucaaddin bin Taybu’ya ait Hüccet-i Şer’riyye’de ise “Sincan nam Saru Bey köyünde kain bütün müştematlı (içine alan) ile çiftliği Çorumlu nahiyesine tabi Çarık ve Yenice çiftliğini Geyve Köyü’nün yarısını ve Kot yolunun dörtte birini Karahisar Temurlu’ya tabi İnce öz köyünün yarısını, Ecilce ve Köpelce köylerinin yarısını Zile Kadılığı’na tabi Hüseyinabâd’ın Kızkaracalu divanın hepsini ve Acemi ve Kördek köylerinin dörtte birini, Alaca’lar karyesinin (köyünün) yarısını, Hamillerden Maada Ağca kışla, Hüseyinabâd’a tabi Kınık, Kellik Divanı’nın hepsini, Tutaş Hasır Kavağı, Paydökin, Pınarbaşı, Sorgun ve Konyacığaz, Ambarcık ve Arıcık ve Çorum’a bağlı Kınık’taki arazilerini” vakfeylediği yazılıdır.” [35]
“1363 tarihli Hüsameddin Bey’e ait olan vakfiye suretinde özetle, Gerdekkaya hududu, Hışır Boğazı’ndan Derekoyağı deresine kadar olan bölge ile uzun belek, gökören köyünün tamamı, yağlı köyünün tamamı, Tomaktaş ve İğdeli Dere Beşir Köyü’nün tamamının vakfa ait olduğu görülmektedir.”[36]
“665/1266M tarihinde Karahisar kasabasında hüküm süren Hüsameddin Timurtaş, aynı tarihli vakfiyesinde medreseye arazi vakfetmiştir ve belki de bu nedenle yapı Hüsamiye Medresesi olarak anılmaktadır. Vakfedilen arazi göz önüne alınınca, Karahisar Demirli kazasının o zamanki genişliği anlaşılmaktadır. Zaten burada yürütülen kazılarda medreseden başka Kervansaray ve hamam da ortaya çıkmıştır. Eğer bu yapının bir Kervansaray olduğu görüşü benimsenirse 14. yy’da Çorum’un batı ve doğusunda geçen iki anayolun bir ara yolla bağlandıkları düşünülebilir. Karahisar Demirli Kadısına 993/1585 M. tarihinde gönderilen bir hükümde kadının medresede değil handa oturması gereğini bildirmektedir ki bu da her iki yapının bu tarihte işlerliğini koruduğunun kanıtıdır.”
“Alaca İlçesinin 3 km güneyinde, Hüseyin Gazi Medresesi olarak tanımlanan ancak belki de bir tekkeye ait olan yapı kalıntısı 13. yy ortalarına tarihlenmekte ve bu yörede de bir Selçuklu yerleşmesi bulunduğunu düşündürmektedir.”[37]
“16.y.yılda Çorum’un kazaları arasında geçen Karahisar-ı Demirli’nin de eski ve büyük bir şehir olduğu bilinmektedir. Hatta buranın, Selçuklu çağında idari bir merkez durumunda olduğu ve o dönemde ülkedeki yeni oluşum gereğince merkezin Çorumluya bırakılmış bulunabileceği öne sürülmektedir. Ancak bu Selçuklu kasabası “uc” bölgesi olma özelliğini kaybedip sağlam kalelerin fonksiyonunu yitirmesi üzerine, Osmanlı devrinde şehir olarak küçülmüştür. Nitekim 1576 tahririne göre Karahisar-ı Demirli iki mahalleden ibaret küçük bir kaza merkezi haline gelmiştir.[38]
Bu durum, Anadolu kentlerini ve bunların çevre kasaba ve köylerini de içermekteydi. İç yapısı karışık olan bu beylik 1352 yılında Eratna Bey’in ölümüyle büsbütün karışmış ve zayıflama başlamıştır.
1360’lar da Amasya Beyliğini (Tokat ve Canik illerini içine alan) Kutluşah kurmuşsa da aynı yıl içinde ölümü ile Çorum ve yöresi yeni yönetim değişikliği ile bu kez de Amasya hükümdarı Şadgeldi Paşa’nın beyliğine bağlanmıştır.[39]
Osmanlı Devleti I. Murat dönemini yaşamaktadır. Anadolu’daki fetihler Ankara çevresine kadar ulaşacak, ancak Çorum ve Alaca-Bozak çevresinin fethi (Osmanlı hakimiyetine geçmesi) bir müddet daha gecikecektir. Araya kadı Burhanettin Beyliği girecektir.
14.yy.ın ikinci yarısında bir fikir adamı olarak ün yapan Kadı Burhanettin, Eratna ve Karamanı’lerle giriştiği mücadeleyi kazanarak bölgedeki hükümdarlığını başlatır. 1380 Malatya,Kayseri,Ankara,Çankırı, Kastamonu istikametindeki genişleme (Sivas merkez), Osmanlılar aleyhine dengeyi bozar niteliktedir. Çandaroğulları ve Karamanoğullarının tehlikeli durumlarını da dikkate almak gereklidir.
“Yıldırım Beyazıt’ın 1390 sonbaharında Anadolu hareketine girişmesine neden olmuştur. 1391 ilkbaharında Yıldırım Beyazıt Candaroğulları ülkesine Kastamonu’yu alarak Candar Beyliği’nin Kastamonu şubesine son vermiştir. Osmancık’a yönelen Yıldırım Beyazıt’ın gücünü Osmancık ve Amasya’nın kabul etmesi üzerine Kadı Burhanettin’e savaş için haber göndermiştir.
Çorumlu sahrasında Kırkdilim mevkiinde 1392’de Temmuz ayında yapılan savaşta Osmanlı ordusu yenilmiş ve Şehzade Ertuğrul ölmüştür. Kadı Burhanettin, Ankara’ya kadar geniş bir alanı yağma ettirmiştir. Ancak II.bin Osmanlı kuvveti, Kastamonu, Osmancık, Çorum, Merzifon ve Amasya çevresini geri alabilmiştir. 1393-1394 ve 1404 tarihlerinde bölgedeki Kara Tatarların bir kısmı Timur tarafından Anadolu’da göçürülmüş, kalan bir kısmı ise 1416’da Çelebi Mehmet tarafından Rumeli’ye nakledilmiştir. Bölgede ancak 1461 Fatih tarafından Trabzon’un fethinden sonra imparatorlukla bütünleşmiştir.[40]
“Rum eyaleti sancakları; I. II. Murat’ın son zamanlarına doğru mevcut olan halidir ki buna “Vilayet-i Rûm-ı Kadim” denir. 5-6 sancağı vardır. Amasya (Paşa sancağı), Tokat, Sivas, Sonisa, Niksar, Canik, Karahisar-ı Hasan Dıraz (Şarkî), Çorum-Bozok tahrir defterlerinde hariç tutulmuştur.” [41]
“Fatih’ten sonra teşekkül eden yeni Rum eyaletinin halidir ki, buna da “Vilayet-i Rûm-ı Hadis” denir. Yeni Rûm eyaleti 10 sancaktır. Yukarıdakilere ilaveten; Trabzon, Kemah, (bir ara) Bayburt, (bir ara) Gerger, Kahta,Malatya, Divriği ve Darande. Çorum ve Bozok livaları da her ne kadar tahrir defterleri şemasında yer almasa da bu eyalete dahildir. Sonradan bu durum değişmiştir.Değişikliklerin çoğu Kanuni devrindedir. [42]
“14-Eyaleti Sivas, yedi sancaktır. Defter kethüdası, defter emini, tımar deftarı, çavuşlar kethüdası ve emini, çeribaşılar vardır. Şehr-i Sivas Rum Paşa sancağıdır.Sancakları: Liva-i Divriği ve Çorum ve Keskin ve Bozok ve Amasya ve Tokat ve Zile ve Canik, Arapgir. Ba’dehu Zile valide hassı olmuştur. Liva-i Sivas: 48 zeamet, 928 tımardır.”[43]
“Kanuni Devrindeki sınırları: 929/1522 tarihli bir sancak listesine göre ise; Sivas, Amasya, Karahisar-ı Dıraz Hasan, Çorum, Canik, Trabzon, Bayburt, Kemah, Gerger, Kâhta, Besni, Malatya, Darende, Divriği, Kırşehir, Ma’a Bozok, Elbistan, Maraş, İspir. 3. listede ise: Çorum livası üçüncü sırada yer alır.” [44] Alaca (Hüseyinova), Sivas eyaletine bağlı Bozok sancağı içinde yer almaktadır.
“Evliya Çelebi Seyehatnâmesi’nde Bozok Sancağı; Engürü toprağında Çokdurca kazasıdır. Buraya yakın İmadiçi, Çorum’la Bozok Sancağı arasındaki Demirli Karahisar’ın kazasıdır. Bozok Sancağı, dokuz kadılık olup gelişmiş bir kazadır. Sorkun kazası, yetmiş parça güzel köylerden ibarettir. Akdağ kazasının yüz adet şenlikli köyleri vardır.
Hüseyinova Kazası: Cihanın kutbu Şeyh Çin Osman Hazretleri, burada bir köyde yatmaktadır. Bu zat, Türk Türkan Hoca Ahmed Yesevî atamızın yedinci halifesidir. Çin diyarında tahta kılıçla yedi başlı ejder öldürdüğünden Emir Çin Osman diye nam olmuştur. Allah sırrını mukaddes eylesin.” [45]
“Sunguroğlu köyüne geldik.
Bozok Sancağı hududunda, değirmeni güzel gelişmiş bir köydür. Bir bayır başında kurulmuştur. Buradan yine kuzey tarafına giderek Elvan Çelebi köyüne geldik. Hüseyinovası buraya yakın olup, Bozok sancağı kazasındadır. Gayet mamur bir köydür.[46]
“Mamalı oymaklarına harap ve sahipsiz yerlerde ev yapmak, gösterilen yerlere ekin ekmek, yaylağa gidip gelmeden feragat edip tayin edilmiş hudutlar içindeki derbentleri ve geçitleri Rakka ve diğer yerlerden gelecek olanlara karşı muhafaza etmeleri ek şartı ile yerleşmeleri teklif edildi. Bu tekliflerin yalnız Kırık ve Kızıllı oymaklarından şekâvet yapanları ile Şarıklı oymağı hariç tutulmuştu. Esasen bunlar, 1693’de Rakka’ya iskânları emredildikten sonra dahi tayin edildikleri yerlere gitmedikleri gibi vergilerini de vermiyorlardı. Mamalı oymaklarının çoğunun Bozok’ta bulunması sebebiyle Bozok’ta yerleştirilmelerinden daha müsait bölge olamazdı. Verilen emirde Şarıklı, Kırık, Kızıllı oymaklarının Rakka eyaletinde uygun görülecek yerlere iskânları diğerlerinin ise 1696’da Bozok sancağı içindeki müsait yerlere iskân edilmeleri kararlaştırıldı.
Ocak 1696’da Anadolu Müfettişi Yusuf Paşa ve Bozok Kadısı olup, İskan memuru tayin edilen Ebubekir gönderilen fermanda, bedeti nüzûl, adeti ağnam ve avarız vergileri mukabelesinde maktuları olan 2500 kuruşu tahsil ile Sorgun’da akdedilen bir mecliste Mamalı oymakları şartları kabul ettiler. Kasım 1696 (evahır-ı rebiyülevvel. 1108); dair bir de hüccet tanzim edildi.
Mamalıya bağlı olan ve iskân edilen obalar şunlardır: Kafir-Kıran, Selman Fakılı demekle maruf Mahmud ve ona tabi olanlar, Kırık Elhac Ali ve akrabası, Turgut Oymak Beyi’nin oğlu Ömer Bey’e bağlı olan oba ve oymaklardan mürekkeb idi. Ayrıca Çakallı Şarıklısı, Haydarlı, Nefesli, Yakublu, Karacalı ve Selman Fakılı perakendeleri, Beçilü, Arife Gazili, Keller, Al-i Ganem oymaklarını da ilave etmek gerekir.
1701-1702 yıllarında, mahalli idarecilere emirler verildi. 1702’de yapılan tahkikat sonucunda Mamalı oymaklarından iki oymağın yerlerinde meskun oldukların diğer 14 oymağın ise yerlerini terkederek konar göçer hayatlarına devam etmeğe başladıkları görülmüştür.” [48]
(DİPNOT: “Mesela 1710’da (Aynı defter, s.22,23) 1726’da (MD.nu133, s.338) ve 1732’de (MD.nu.139.s.54) vukû bulan hareketleri (muhtelif zamanlar aralarında çıkan şekavet unsurları Rakka eyaletine nakledilerek mes’ulleri cezalandırıldı ve kefalet paraları da tahsil edilmek suretiyle iskan nizamı muhafaza edildi) bu şekilde cezalandırılmıştı.)
Mamalı oymağına mensup olan Çorum Sancakbeyi Ömer Paşa oymağına mensup olanlar ile nizamsız hareketlere tevessül ettiği için 1724’de te’dip edilerek katledilmiştir. (Çelebizâde Asım, Tarih. S.111-112) Bu zatın oğlu Osman Paşa’da Amasya Mutasarrufluğu’nda bulunmuştur. (Neşet Köseoğlu “Çorum havalisinde Mamalı aşireti, Ömer ve Osman paşalar” Çorumlu sayı 1. (1938) s.20)
İlçemiz ve çevresinde, M.Ö 4000 yılından itibaren varolan yerleşik hayat, zaman içinde değişikliklere (topluluklar ve kültürleri) uğrayarak, hatta çok güçlü zengin dönemleri takiben; cılız, sessiz, ıssız, sükût dönemlerle birlikte uzun zamanlar savaşların yaşandığı sürekli kuzey-güney, doğu-batı yönlü geçiş alanı olmuştur.
XVI. yüzyılın ikinci yarısından itibaren yakın çevremizde Bozok–Çorum sancakları çevresinde “Rakka-Tokat-Samsun arası” kuzey-güney doğrultulu aşırı hareketlilik görülmektedir. Kısmî ve zorunlu iskân politikasıyla bölge, sancak,kaza,bucak,nahiye ve köylerinde birbirinden farklı gelişmeler ortaya çıktı.
Konar-Göçerlerin Coğrafi Dağılışı:
“Bu gruba tabi oymaklar, yazın Arapgir, Canik, Divriği, Bozok, Çorum, Amasya ve Sivas sancaklarında yaylayıp kışı Antakya ile Şam arasında geçirirlerdi. Maraş, Elbistan, Kadirli, Kozan bölgelerinde ve kuzeyde Bozok ile Sivas eyaletlerini de kapsayan geniş bir alan içinde ise, Dulkadirli ulusu yurt tutmuştu. Tokat Voyvodalığı’na bağlı Bozok Sancağında da Mamalı Türkmenleri bulunmaktaydılar. Çorum ve Tokat sancakları dahilinde Hoca hasları mukataasına tabi Çunkar, Çepni ve İl-beyli oymakları bulunuyordu. Lekvanik cemaatleri de Çorum Sancağı dahilinde bulunup has reâyası idiler.” [49]
a- Uzun süren savaşlar,
b- İktisadî buhran,
c- Vergilerin artırılması, yeni vergilerin ihdası “İmdad-ı Seferiyye”,
d- İsyanlar eşkıyalık hareketleri,
e- Konar-göçerlerin mevsimlere bağlı yaylak-kışlak hareketli, iskân faaliyetleri; harap ve boş alanların ziraata açılması,
f- Baskıya dayanamayan halkın, büyük şehirlere göçü.. gibi sebepler.
XVIII. yy için Hüseyinova (Alaca) merkez ve çevresi köyler, boş alanlar, oba ve mezralar, yukarıdaki sebeplere dayalı özellikle şekâvete dayalı hareketlilikten etkilenmiştir.
Etkileşimde rol oynayan Türkmen oymakları, iç-il yörüklerinden Bozdoğan aşireti, İfrâz-ı Zülkadriye Türkmenlerinden Cerid aşireti (Hacılı, Dokuzlu, İç-il yöreleri, Selmanlu), Çepni Cemaati (Receplü Afşarı’ndan, Çepni oymağı taifesi), Danişmendli Türkmenlerinden Çöplü Cemaati, Darıcı yörükleri, Dede Karkın Cemaati, Et Yemez Cemaati (İfraz-ı Zülkadriye) Eymür Cemaati (İç-il Türkmenlerinden), Fakihlü, (Salmanlu), Geyikli (Mamalu), Gündeşli, Dedesli (Maraşlı Türkmenlerinden), Kaçar, Kaçarlı Cemaati, Kavak Cemaati (Mamalu), Karkın (Zülkadriye), Kızıllı (Mamalu), Koyunoğlu (Cihanbeyli), Mamalu, Türkmenleri, Maraşlı Türkmeni (Zülkad), Silsüpür Ceridi, Şerefli Cemaati, Yaparlı, Beğdili vb. yöremizin nüfuslanmasında, yerleşim birimlerinin oluşmasında etkili olmuşlardır. [50]
(Gerekli bilgi için bakınızx Prof. Dr. Faruk Sümer’in Türk aşiretlerine umumi bir bakış” adlı eserine bakınız. Cengiz Orhon’lunun “İskan Teşebbüsü” adlı eserine bakınız. Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu’nun Os.da XVIII.y.y İskan siyaseti aşiretlerin yerleştirilmeleri” adlı eseri.)
“Merkezi hükümet, asayişsizliğe meydan vermemek üzere daha önceleri sınırlarda bulundurduğu kapıkulu askerlerini, 1559’dan itibaren üç yıllığına Anadolu içlerine gönderdi.[51] Celalilerin ortaya çıkış sebepleri arasında Levendlerin Sekban adıyla kapılarında toplandıkları sancakbeyi ve beylerbeyinin azli yahut ölümü halinde, işsiz ve parasız kalarak asker kaçakları ile bir olup eşkıyalığa girişmeleri. Ayrıca 1596’da Eğri Seferi’ne gitmeyen tımarlı sipahiler hakkında takibata geçilince bunların çoğu Celalilere katıldı.
Merkezi idare, Celali İsyanlarını umumiyetle zor kullanarak bastırdı. Bu hususta Kuyucu Murat Paşa’nın faaliyetleri önemlidir.Bir kısım isyanlar, asiler, af ve taltif edilerek bastırıldı.
Hatta “Ehl-i seyf” mensubu olan asi ve eşkıya reislerinden Karayazıcı’ya 1600-1602’de Ayıntap, Amasya ve Çorum Sancak Beylikleri, kardeşi Deli Hasan’a, 1602’de Bosna ve sonra Temeşvar Beylerbeylikleri, Kalenderoğlu’na, 1600 civarında Ankara Sancakbeyliği ve Katırıcıoğlu’na da 1649-1668’de Beyşehir ve Isparta Sancak Beylikleri ile Karaman ve Anadolu Beylerbeylikleri tevcih edildi.
1687’de asi Yeğen Osman’a Karahisar-ı sahip sancak beyliğinin verilmesi, yukarıdaki tevcihlerden daha da anlamlıdır. Zira Osmanlı Devleti’nde ilk defa, ehl-i seyf dışından bir kimse sancak beyliğine getirilmekteydi. Bunu, Yeğen Osman Paşa’nın dayısı Deli Veli ile diğer eşkıya reislerine Anadolu’nun çeşitli sancaklarının verilmesi takip etti.
Bu bahsi detaylandırmamızdaki sebep, Yeğen Osman Paşa’nın “Yeğengazi” Çorum valilerinden Arif Hikmet Aykaç’ın 1936 yılında resmi bir yazıyla , kaymakamlardan ilçelerinde yetişen şairlerin nüfus kayıtları, yoksa İlçe’nin neresinden oldukları hakkındaki bilgileri istemiştir.
Alaca’dan gelen 26.06.1937 tarih 37-16 sayılı yazıda Yeğen Paşa’nın Çöplü Köyü’nden Baba Paşa adlı bir kişinin oğlu olduğu bildirilmiştir. Gayet tabi ki Hüseyinova (Alaca) bu zamanda konar-göçerlerin, Çorum-Bozok’ta olduğu gibi Celalilerin etki alanıdır. Yukarıdaki İzahta Mamalu oymak beylerinden Ömer Bey’i (Alacalı) 1710 tarihi itibari ile Çorum Sancak Beyliği’nde açıklamıştık.
“İsmail Hakkı Uzun Çarşılı “Osmanlı Tarihi” adlı eserinin 3. Cildi sayfa 486’dan başlamak üzere Alaca (Hüseyinova) Çöplü Köyü’nden Yeğen Gazi (Yeğen Osman Paşa)için şu bilgileri vermektedir: [52]
“Viyana bozgunluğundan sonra Anadolu’da Akkaş, Kara Mahmud, Yadiğaroğlu ve Bölükbaşı Yeğen Osman adlarındaki elebaşılar, sekban ve levent kuvvetleriyle Sivas’tan Bolu’ya kadar olan yerlerde faaliyete geçerek köy ve kasabaları soymağa başlamışlardı. Bu şakiler üzerine evvela Teftişçi Ali Paşa ve takiben Ömer Paşa tayin edilmişlerse de eşkıyanın cüretini artırmadan başka bir iş görememişlerdir.” Vezir Cafer Paşa tarafından Akkaş’ı Bitlis Han’ında, Yadigaroğlu’nu Koyulhisar’da yok etti. “Eşkıyanın şiddetle takip edildiğini gören Bölükbaşı Yeğen Osman, (1685’te Ungurus yani Macaristan Serdarı olan Melek İbrahim Paşa’nın bölükbaşısı idi. Seferden firar ile Anadolu yakasına geçip Yadigaroğlu ile beraber şekavet yapıyordu.) Eşkıyalıkta tutunamayacağını görünce, hükümet kuvvetlerine delalet ederek, Anadolu’dan asker sevkine memur Teftişçi Halil Paşa bölükbaşısı oldu. Sonra 1687’de, iki tuğ ile Afyonkarahisar mutasarrıflığı verilip beş yüz adam ile sefere gelmesi emrolundu. Yeğen Osman Paşa, bir müddet sonra dört bin kişi ile Rumeli tarafına geçirildi ve arzusu üzerine sancağına ilaveten kendisine serçeşmelik de verildiği (Sancakbeyliği derecesinde Sekban ve Levendlerin üst derece yetkilisi). Bu suretle Anadolu bunun ve maiyetindeki sekban ve levendlerin fenalıklarından kurtuldu.
“Mali durum, o kadar fena idi ki Yeğen Osman Paşa ile Rumeli’ye geçmek üzere İstanbul’a gelmiş olan saruca ve sekbanlar, “Peşin altışar aylık ulufe ve yüzer kuruş bahşiş verilirse sefere gideriz.” dedikleri için ne ise topluca beherine sekizer kuruş verilmek üzere uyuşulup; cem’an 320.000 kuruş tuttuğu ve hazinede bulunmadığı için bedestende mevcut yetim âmalinden, cebren 300 kese altın alınarak vasilere bir miktar rehin verilip bundan başka cami ve mescit paralarıyla üst tarafı ikmâl edilerek tekmil edildi.”
“Sabık Vezir-i Azam boşnak Sarı Süleyman paşa ile Sadaret Kaymakam Recep Paşa için gönderilen (Kapıcıbaşı ile) hatt-ı hümayunda, Edirne’den ileri gelmemelerini emretti ve Yeğen Osman Paşa’ya da ayrıca bir hattı-ı hümayun yollayıp bu husustaki müzâheretini isteyerek kendisine bin altın göndermekle beraber kızı Hatice Sultan-ı vereceğini de vaid eyledi.”
“Siyavuş Paşa, Padişah’ın gönderdiği son hatt-ı Hümayuna uyarak Edirne’de kışlamak ister gibi göründü. El altından İstanbul’a hareket etmeleri için zorbaları tahrik ederek Padişaha da:
“İradeleri üzere Edirne’de kışlamağa ittifak olunmuşken kul tarifesi, otağımı basıp bunda kışlamazız ve ulufelerimizi İstanbul’da alıp şer’ile davamızı anda görürüz ve illa otağını başına yıkarız.” diye cebren tuğları kaldırdılar ve Yeğen Paşa kulunuz her ne kadar men’e çalıştı ise de çare edemeyip kıtale şuru olunmakla ol tarafa azimet ile fitne defedildi diye bir arize takdim etti. Filhakika Yeğen Osman Paşa, padişahtan aldığı altınlar mukabilinde İstanbul’a gidilmesini önlemek istemişse de muvaffak olamamış ve ocaklarla aralarında kanlı bir hadise çıkması güçlükle önlenmişti.
“Ocakağaları ordunun Silivri’ye vardığı sırada padişahın kardeşi şehzâde Süleyman’ın cülûsunu kararlaştırdılar”.
Ocaklılar, yeniçeriler, sipahiler, “İstanbul’da edepsizliğe başladılar şehrin asayişi bozuldu; Yeğen Osman Paşa, çekindiği için İstanbul’a gitmeyip Çırpıcı Çayırı’nda kaldı. Davutpaşa, kışlasıyla ahırları atlara ve hayvanlara tahsis edildi. Avusturya cephesi pek nazik bir safha arz etmekte olup bu gidişle Belgrad’ta dahi tutunabileceği pek şüpheli idi.
Böyle pek nazik ve tehlikeli bir zamanda ordunun başına kuvvetli bir kumandanın gelmesi icap ederken Yeğen Osman Paşa gibi zorbalıktan paşalığa çıkmış bir eşkıya bozuntusu serdar tayin edilmişti. Vezir-i Azam İhtiyar İsmail Paşa, kendisi sefere gitmemek için Siyavüş Paşa sadaretinde kendisine Rumeli beylerbeyliği verilmiş olan Yeğen Osman Paşa’ya, Halep valiliği ile o mühim makamı vermişti. (16 Cemaziyel evvel 1099/20 Mart 1688). Zorba Serdar on bin kadar Saruca Sekban ile Kosova’da oturup Sancak vak’asından sonra İstanbul’dan kaçanlarda etrafına toplanmışlardı; bunlar İstanbul’a gidip seni Vezir-i Azam yapalım diye kendisini teşvik eylediler; Yeğen Osman Paşa, bundan cesaret alarak iyice kabardı; bir gaile çıkarmaması için her istediği yapılıyordu; daha sonra dayısı Deli Veli’ye Rumeli Beylerbeyliği ve Anadolu’dan levendleri toplamak üzere Kethudası Kara Mustafa’ya, Karaman eyaletini verip İstanbul’a gönderdi; Sonra kendisi de “Ben bu kadar az askerle düşmana mukabele edemem; bu tarafa ya vezir-i azam gelmeli veyahut bana mührü hümayun ile sancağ-ı şerif gönderilmelidir.” diye haber gönderdi ve Üsküp’ten kalkıp Sofya’ya geldi. Bunun üzerine serdarlıktan alınarak yerine Hazinadar Hasan Paşa ikinci defa olarak tayin edilip Yeğen Osman Paşa’ya Bosna Valiliği ve dayısı Deli Veli’ye de Hersek Sancağı verilerek memuriyetleri başına gitmeleri emrolundu; Yeğen Paşa, verilen emre itaat etmeyecek olursa, hakkında verilen fetva mucibince gailesinin def’i için bütün Rumeli Sancakları’na emirler gönderildiği gibi yeni serdara da icap ederse Belgrad’dan Sofya’ya doğru Yeğen Osman Paşa üzerine yürümesi yazılmıştı. Bundan başka Anadolu’daki Yeğen Osman Paşa levendleri üzerine nefir-î âm yapıldı.”
“İsmail Paşa’nın azli üzerine Anadolu’da Yeğen Osman Paşa tarafları Saruca ve Sekbanlar üzerine sevk etmek istediği nefir-î âm denilen halk kuvvetlerinin dağıldığını haber alınca Bosna’ya gitmeyip “Benim istediğim mansıbı almak elimdedir” diyerek başındaki onikibin kişi ile Belgard’da bulunan Serdar Hazinedar başına gelen serdarlık beratını da kendi adına okutarak serdarlığı zorla aldı. Bir isyan hareketini önlemek isteyen hükmet de bu emr-i vakii kabul etti.”
“Şekâvetten başka bir şeyden anlamayan serdar Yeğen Osman Paşa tarafından gelen haberde Sava Nehri’ni geçerek karşı koymak mümkün olmadığı için 12 Şevval’de Belgrad’ın muhasara edildiğini ve kendisinin Belgrad müdafaasına Rumeli Beylerbeyi Ahmet Paşayı bırakarak Niş’e geldiğini bildirmiştir; Filhakika, Nemce kumandanı Maksimilyen otuz bin kişilik bir kuvvetle zemlinde bulunan Tökeli, İmre ve Osmanlı Kuvvetlerini dağıttıktan sonra Serdar Yeğen Osman Paşa’nın dayısı Veli Paşa’nın gafletinden istifade ile on bin kadar askerle Belgrad tarafına geçip karşısına gelen Osmanlı Kuvvetlerini bozduktan sonra Belgrad-ı kuşattı. Serdar Belgrad’ı yağmalattıktan ve orada bin yedi yüz muhafızla Ahmet Paşa’yı bıraktıktan sonra Niş’e kaçtı.
“Kendisine yerinden ayrılmaması bir hatt-ı hümayunla hançer gönderilmişti. Yeğen Osman Paşa, kendisine hançeri getiren kapıcıbaşı İsmail Ağa’ya “Ben ne yüz aklığı ettim ki hançere müstahak olayım; bunu sana kim verdiyse götür teslim eyle;” “Şer ile davam var, Asitaneye giderim; kâh üzerime nefir-i âm ettiler, kâh serdarlığım âhara verdiler ve serdar olduğum halde asker, cephane ve mühimmat göndermediler, Yeğen Paşa haindir, dövüşmez kaçar diye alemi benden nefret ettirdiler.” sözleriyle kapıcı başıyı geri döndürmek istediyse de ileri gelenleri; “Padişahın ihsanı reddolunmaz; elbette kabul edin, sonra peşiman olursunuz” diye ikaz ettikleri için gönderilen hançeri beline taktı ve sonra kapıcıbaşıya :
“Baha Ağa, padişahın emri üzere kudretim mertebe bu tarafları korurum ve yine kasımdan sonra devamı görmeye asitaneye giderim; Vezir-i Azam’a böylece söyle” diye cevap göndermiştir.
“Erkanla görüşüp görüş birliği sağladıktan sonra…
“Kırım Hanı Selim Giray’ın padişah II. Süleyman’ı erkan huzurunda açıkça uyarması; Ungurus (Macaristan) Serdarı Yeğen Paşa’ya hükümetin aczinden bahis ile bunun bir küçük yılan iken şımartılarak yedi başlı bir ejder olduğunu ve göz göre göre muharebesiz Belgrad’ın düşmesine sebebiyet verdiğini, Rumeli ve Anadolu akrabalarından ve taraftarlarından vezir, beylerbeyi ve sancak beyi tayin ettirerek her iki kıt’a da kuvvetli taraftarlar peyda ettiğini, bunların zulmünden dolayı halkın dağlara sarp yerlere ve büyük şehirlere sığındıklarını söyledikten sonra;
“Yeğen dediğiniz vakitte korkunuzdan akciğeriniz görünür; kaht-ı rical mi vardır? Kaldı kaldı da devlet bu herife mi kaldı? Ulema ve meşayihten bazıları sen sahibi hurucsun diyorlarmış; çok yazık Al-i Osman devletine ki bir hayırhah adamı kalmamış; eğer bunun tedariki görülmezse ne taraflarınız olur ve ne de işinize karışırım ve ne kılıç işinizde bulunurum” diyerek ilk ve son kat-i mütalaasını beyan etti.
“Yeğen Osman Paşanın maksadını anlamak için kalkıp gitmesi için Kamaniçe kumandanlığı tevcih ile ferman gönderildiği gibi Rumeli eyaletini Nefir-î âm hükümleri gönderildi.
“Yeni Serdar Arap Recep Paşa, Yeğen Osman Paşa üzerine giderken Filibe’ye geldiği zaman Yeğen’in kız kardeşinin oğlunu yakalayıp öldürdü ve sonra Sofya sahrasında vaziyet almış olan Yeğen Osman Paşa üzerine yürüdü; Yeğen Osman Paşa Sofya’yı işgal etmek istediyse de muavvaf olamadı. Recep Paşa’nın gelmekte olduğunu haber alınca etrafındakiler dağılıp kendisi ve leventlikten paşa olmuş taraftarları ve bin kadar adamıyla kalıp, şehir köy ve Niş’ten, Kosova ve ipek taraflarına kaçıp yanındaki kalan kuvvetleri de dağıla dağıla nihayet maiyeti ile İpek kasabasında yakalandı ve dayısı Veli Paşa ile Yadiğar oğlu Mustafa Paşa, Uzun Mehmet Paşa, Nişancı Mehmet ve Reis-sül-Küttâbı Akli Mehmet ve Çavuş Başıvekili Mahmut ve saireleriyle beraber başları kesilüp düşman karşısındaki tehlikeli gailesi ortadan kalktı.
(DİPNOT: Uzun Çarşılı a.e,c-III./1, s.594-530;Mustafa Akdağ “ Genç çizgileriyle xvııı.yy Türkiye Tarihi>> A.Ü.D.T.C.F. TAETAD, c. ıv. (1968). S-235-236-239-40.)
“Taşra İdaresi yanında savaşlar içinde önemi ve değeri anlaşılan ayanlar, 1726’dan itibaren Bab-ı Ali tarafından beylerbeylik ve sancak beyilik gibi vazifelere tayin edildiler.” [53]
“XVII.yüzyıl ortalarında 1 has, 19 zeamet ve 731 tımarı bulunan Bozok’tan sefer zamanı sancakbeyinin askerleri ve tımarlı sipahilerle birlikte 1.100 kişilik bir kuvvet cepheye gönderebilmekteydi. Sancağın kazaları, Sorgun, Akdağ, Hüseyinova, Budaközü, Beşiközü, Kızılkocalu, Gedük, Çubuk, Emlak, Boğazlıyan Süleyman Segir ve Han-ı Cedit’ten ibaretti. Bozok bölgesinde yaşayan halk eşkıya ve aşi konar göçerlerden oldukça zulüm ve zarar görüyorlardı. Bunun üzerine xvıı.yüzyıl sonlarında Mamalu aşife Bozok’u eşkiyadan korumakla görevlendirildi. 1715-1718 yıllarına gelindiğinde ise kapısız leventler bölgede eşkıyalık faaliyetini sürdürüyordu.”[54]
Bozok sancağında durum böyle iken ayan ve eşraftan belli başlı kimseler olarak “Mamalu oymağına mensup Ömer Paşa Çorum Sancakbeyliğini1718-1724”[55] “Çapanlardan Ömer Ağa, Akşehir sancağı mutasarrıflığını 1704’te, Ahmet Ağa Bozok sancağı mütesellimliğini 1727’de ellerinde bulunduruyorlardı.” [56]
“Çapanoğlu Ahmet Ağa (Paşa)’nın Bozok’ta hakimiyet kurması (1728-1765), Ahmet Ağa, 1728’de Yeni İl has voyvodalığını işgal etmekteydi. (voyvodalık xvııı. Yüzyılda Anadolu’da yaşayan konargöçerlerin inzibatını sağlamak ve vergilerini toplamakla vazifeliydi ve bu makama geçiş iki zümre mensubuna açıktı. Bu zümrelerden biri oymakların bağlı bulundukları sancakbeyinin gediklileri olup diğeri yerli ayanlardı). Başarılı hizmetlerinden dolayı ayrıca 1732’de Mamalı Türkmeni Voyvodalığına getirildi. 1741’de Bozok Sancağı Voyvodası olarak görüyoruz.” [57]
Bu etkileşim ve gelişmeler XVIII. yy’ın ilk yarısı içinde yakın çevremizde, Hüseyinabad (Alaca) ve köylerinde zorunlu iskân faaliyetini yoğunlaştırıyor ve zaruri kılıyor. (Amaç konar göçerlerin zararını ve şekâvet olaylarını azaltmaya yönelik) “Çapanoğlu Ahmet Ağa çalışmalarıyla 1761’de Sivas valisi oldu” “Çorum Sancağı kendisine arpalık verildi. (Çorum Ayanı Peykeroğullarına rağmen)
“Ahmet Ağa oğlu (Çapanlı) Mustafa Beyi (Bozok sancağı mutasarrıfı ) Bozok’un başında görüyoruz. Ancak canik rekabeti içinde Canikli Mikdat Ahmet Paşa, Mustafa Bey topraklarına saldırarak 2-11 Eylül 1779 Alaca’ya kadar ilerledi. Mustafa Bey başarıyla direndi ve onu Zile yakınındaki Geldiklan mevkiinde yendi.” [58] “Aradaki rekabet ve geçimsizlik devam etti”
“Çapanoğulları imar faaliyetleri ile geliştirdikleri Yozgat”a bir şehir hüviyeti kazandırmışlardı. Mustafa Bey aradan uzun bir zaman geçmeden H.1196 Cemaziyel-evvel / M.1782 Nisan’ında köleleri tarafından katledildi.”
“Şüphe yok ki Çapanoğullarının en parlak ve ihtişamlı devri, 1782-1813’e kadar süren Süleyman Bey zamanıdır. Süleyman Bey’in akıllı, tedbirli, fırsatlardan istifade etmesini bilen ve Bab-ı Aliye karşı umumiyetle itaatli siyaseti, Çapanoğullarının nüfuzunu Bozok dışında Çankırı, Amasya, Şarkî Karahisar, Sivas, Kayseri, Halep, Adana, Tarsus, Konya Ereğlisi, Niğde, Kırşehir ve Ankara’ya kadar yaymış tesirlerini Çorum, Maraş, Ayıntap ve Rakka’ya hissettirmiştir.
1.Mahmut 1812’den itibaren merkezileştirme siyasetini uygulamaya başladığında, 1813’te Süleyman Bey’in ölümünü fırsat bilip Çapanoğulları’nın Bozok’taki idari nüfuzuna son vermiştir. Böyle olduğu halde, Çapan 1832-1833 yıllarında orduları Anadolu’nun büyük bir kısmını ele geçiren Kavalalı M. Ali Paşa’ya (Mısır Valisi) karşı devlete sadakattan ayrılmadı.
Tanzimat devrinde, Çapanoğullarından Mehmet Celalettin Paşa gibi bazı kişiler Bozok’ta idarecilik yapmak istemişlerdir. Onlara bu imkan bazen tanınmakla beraber tutunamamışlar 1846’dan sonra Bozok Çapanoğulları dışında tayin edilen Kaymakamlarla idare edilmiştir.” [59]
“19. Yüzyılda, Osmanlı İmparatorluğunda ilk nüfus sayımının yapıldığı 1832 yılındaki eyalet ve sancak sınırları incelendiğinde Çorum sancağının eyaletin batı sınırında bulunduğu görülür. Bu nedenle sancağın sınırları 19. yy boyunca yönetim kademelerinde sık sık görülen değişikliklerden oldukça etkilenmiştir. İlk nüfus sayımından hemen sonra yapılan değişiklikle Sivas eyaletinden alınarak Ankara’ya bağlanmış 1836’ya kadar Ankara Sancak merkezine bağlı olarak kalmış, bu tarihte Sivas’tan alınarak Ankara’ya bağlandığını ve 1843 tarihinde İsmet Paşa’nın Ankara, Çankırı ve Çorum sancakları mutasarrıflığına tayin edildiği yazılmaktadır.
Aynı kaynakta 1856 tarihinde Rıdvan Paşa’nın Çorum ve Kayseri sancakları mutasarrıflığına 1858 yılında ise Elhac Mustafa Asım Paşa’nın Çorum ve Amasya sancakları mutasarrıflığına getirildiği belirtilmektedir. Bu açıklamalar bize Çorum’un 1864 tarihli Teşkilatı Vilayet Kanunnamesinin çıkarılmasına kadar sancak merkezliğini koruduğunu göstermektedir.
1864 yılında çıkarılan Teşkilatı Vilayet Nizamnamesi Çorum Sancağı için bazı değişiklikler getirilmiştir. Çorum’un kazaları olan İskilip Çankırı sancağına, Osmancık Amasya’ya, Çorum’da kaza haline getirilerek Sungurlu ile birlikte (dolayısıyla Alaca dahil) Yozgat sancağına bağlanmıştır. 1867 tarihinde düzenlenen bir vakfiyeden de anlaşıldığına göre Çorum bu tarihte Ankara vilayetine bağlı Yozgat sancağının bir ‘kaza merkezi” dir.
1891 yılında Yozgat sancağından Sungurlu; Kastamonu Vilayetinden İskilip ve Amasya Sancağından Osmancık kazalarının birleştirilmesiyle Çorum yeniden “sancak merkezliğine” yükseltilmiştir. 1894 yılında yayınlanan Salnâme-i Devleti Aliyye-i Osmaniye’de Çorum “Sancak” olarak gösterilmekte, ancak kazaları belirtilmemektedir. Bunun nedeni de henüz sancak örgütünün tamamlanmamış olması ve Çorum’a yalnızca bir “mutasarrıf” gönderilmekle yetinilmesidir.
1895 yılında ise örgütlenme tamamlanmış ve Çorum Sancağı Tablo 1’de görülen yapıya ulaşmıştır.[60]
Tablo (1): 1895 yılında Çorum’a bağlı kaza nahiye ve köyler. Kazalar Nahiyeler Bağlı köylerin sayısı Çorum(merkez) — 185 Hüseyinabat 87 — Sungurlu —- 104 İskilip — 115 Osmancık — 49 Kargı 34 — Toplam: 4 2 574Kaynak: H.T. Dağlıoğlu Çorum Vilayetinin Mülki Taksimatına Kısa Bir Bakış, Çorumlu, sayı 33 (1942), s.1014)
“Çorum kenti 16. Yüzyılın ikinci yarısında ve 17.yüzyıl başlarında eşkıyalık olayları nedeniyle zor dönemler yaşamıştır. Daha 1560 yılında, Çorum Sancak Bey’i Divan’a yolladığı şikayetinde, bu sancakta hırsız ve eşkiyanın çok yoğun bulunduğunu, suçlular izlendiğinde diğer sancaklara kaçtıklarını belirtmekte ve onların oralarda izlenmesi için kendisine yetki verilmesini istemektedir. 1568 yılında da Sivas, Amasya, Şarkî Karahisar ve Çorum taraflarına buğday ve un toplamak ve kıtlık bölgeleri Kefe, Bağdat, Hicaz bölgelerine gönderilmek için memur yollamış, ancak büyük güçlüklerle karşılaşılmıştır. Yönetim yapısında bu dönemde ortaya çıkan en belirgin örneği, 1574-1577 yılları arasında çok kısa bir dönemde, Çorum’da üç sancakbeyinin(Mahmut Bey, Yusuf Bey, Hacı Ahmet Paşa) değişmiş olmasıdır.(Dipnot: H.T. Dağlıoğlu, Onuncu Asrı Hicride Çorum, Çorumlu, sayı 9-10 (1939), s.291)
Merkezi yönetimin zayıflaması sonucu ortaya çıkan bu tür olaylar özellikle 16. yy’ın sonunda Celali İsyanları sırasında büyük yoğunluk kazanmıştır. Çorum-Amasya-Tokat üçgenini içine alan Yeşilırmak bölgesinde birbirine yakın zengin kasaba ve kentlerin bulunması, zengin vakıflarca beslenen medreselerin kalabalık öğrenci gruplarının buralarda birikmesine neden olmuştur. 16. yy’ın ikinci yarısı boyunca “Suhte” (medrese öğrencisi) ayaklanmalarının en yoğun biçimde ortaya çıktığı bölgelerden biridir.
Örnek; Çorum’un Osmancık kazası kadısı bir suhte bölüğünün yolları kesip, salgınlar saldığını merkeze bildirmiştir. 16.y.yılın sonunda ise Canfedaoğlu’nun yönetiminde bulunan Altı-bölük sipahileri Çorum ve çevresinde korku ve baskı yarattılar. 1595 yılında Canfedaoğlu işlediği suçlardan dolayı Çorum’da idam olundu. 17.y.yılın başlarında Çorum kadısının bu eşkıya ile birlikte hareket ettiği görülmektedir. Halkın ürünü zorbalar tarafından atlarına yem yapılmış, dizdara zorla açtırılan kalede yığılı buğday, arpa ve diğer ürünler ve emanete konan mallar yağma edilmiş, kentteki müderris, eski kadı gibi zengin kişilerin paraları alınmıştır. (Dipnot: Başbakanlık arşivi, İbnülemin karton 3, No:681. Zikreden M. Akdağ, a.g.e, s.431) s.150)
Devlet yöneticileri karayazıcı gibi eski bir Celali’ye yönetim görevi vermekle ayaklanmaları önlemeye çalıştıysa da bir sonuç alamadı. 1601’de karayazıcı Çorum Sancakbeyi olduğu sıralarda eşkıyalık olayları bütün hızıyla devam ediyordu. Aynı yılda Celali liderlerinden Deli Hasan, büyük Celali kitleleriyle Çorum’dan geçip Ankara’ya gitti ve kenti kuşattı, 1604’de ise Tavil Halil yönetimindeki Celali Sekbanları Çorum başta olmak üzere çevre sancakları yakıp yıktılar. Bu olaylar sırasında halktan alınan ağır vergiler nedeniyle kentin ekonomik durumu iyice bozuldu. (Dipnot:N. Tombuş, 16. Asırda Çorum’un idari ve askeri vaziyeti hakkında bazı malumat, Çorumlu sayı 1,1938, s.27. s.150)
Sık sık yönetici değiştirilmesi halkın da bundan büyük zarar görmesi kaçınılmaz sonuçtur. Hatta bazı yazarlar tarihte birçok eşkıyanın uğrağı olması nedeniyle Çorum’a “Celali yatağı” adının takıldığından bile söz etmektedirler. (Dipnot: N.Tuğrul. a.g.e, s.55. sayfa 150)
Sivas Valisi Vezir Süleyman Fevzi Paşa’nın 1792 yılında İstanbul’a gönderdiği bir “tahribat suretinden” anlaşıldığına göre 18.y.yıl sonunda da Çorum ve çevresi hala isyan ve ayaklanmalara sahne olmaktaydı, ancak devlet bu olayları bastırmakta başarı sağlayamıyordu. Benzer sorunlar 19.yüzyıl başlarında da görülmektedir. Kayıtlardan 1812 yılında İçel sancağı mutasarrıflığına tayin edilen Abidin Paşa’nın Çorum’a gitmek istemediği, buna neden olarak da Çorum ve çevresinin Cabbarzadelere (Çapanoğullarına) “Malikane” olmasını gösterdiği anlaşılıyor.[61]
Çorum ve çevresinin Caniklilerle, Çapanoğulları arasında mücadele sahası olması bölgeyi yaşanılması güç bir alan haline getirmiştir. Eşkiyanın sürekli faaliyet göstermesi ve nüfus sahibine, güce göre sürekli yön değiştirip Canikliden kaçanların Çapanoğullarına, Çapanoğullarından kaçanların da Caniklilerce kollanması, olayların üstüne gidilmesini, çözümünü engellenmekte halk daha çok zarar görmektedir.
“Çorum kentinin 16. yy’dan başlayarak yaşadığı deprem, su baskını, kıtlık… gibi afat olayları” kent çevresinde zarara nüfus hareketliliklerine, yıkma yeniden yapılaşma ve iskana nedenlerdendir. “Örneğin; 1578’de meydana gelen depremde bir çok yapı yıkılmıştır. Çorum Sancakbeyi Gülabi Bey’in yaptırdığı camii “tahta kale” ve diğer dükkânlarda bulunmaktadır. 17.yüzyılın sonu ile 18. Yüzyılın ilk yarısında ise kent ve çevresinde; 192, 1729, 1733, 1734 ve 1758 yıllarında önemli depremler olduğu, özellikle 1758 yılında depremin yanısıra kıtlığın baş göstermesi insanların ve hayvanların ölmesine yol açtığı, Yusuf Bin Abdullatifin el yazması notlarından aktarılmaktadır. (Dipnot. 63) 1786’da Ulu cami harap olmuştur. 1793’de 800’den fazla nüfus göç etmiştir. 1800 tarihli depremde ise 800 ev oturulamayacak hale gelmiş, halk çadırlarda hayatını sürdürmüştür. 19.yüzyılda meydana gelen (1824) de deprem çok uzun sürmüş halk büyük zarar görmüştür.” [62]
Konar-göçer hayatı yaşayan kırsal nüfusun 17.yy sonlarından başlayarak yerleşik düzene geçirilmesi için devletin büyük çaba içine girdiğini biliyoruz. “Bu hareketin arkasında konar-göçer nüfusun merkezci bir devlet düzeni ile bağdaşmayan yaşama tarzı biçimleri nedeni ile yerli halka zarar vermelerini önleme, harap ve boş yerleri yeniden kullanıma ve tarıma açma, yerleşik nüfusu ekili topraklarını ve hayvanlarını koruma gibi nedenler bulunmaktadır. 1698’den başlayarak yerleştirilmiş aşiretler arasında Cerit, Mamalu, Dedeşlü, Selmanlı, Karakeçili, Alamaslı, Cihanbeyli, Kangal, Alembeyli, Bozdoğan başta gelmektedir. 1785 yılından sonra ise Çorum çevresinde gezgincilikten kurtulan ve geniş bir alana yerleşerek en çok köy kuran aşiret ise (Dedeşlü) Dedesli’dir. Alaca çevresinde ise Mamalı, Ceritler vb.[63]
Bütünlük içinde çeşitli nedenlerin neticesinde karşımıza çıkan bu durumun bir başka boyutu da dış etmenlere dayalı bölgeye sevkedilen “göçmen”lerdir. 18.yüzyılın sonu ve 19.yy’ın içinde çeşitli zaman aralıkları ile 20.yüzyıla aktarılarak devam ede gelen göçlerle bölgenin hemen her göç hadisesinde iskana açılması 1950’lere kadar devam ederek Alaca (Hüseyinova)’nın yerleşim, mahalle ve köylerinin şekillenip oluşumunda etkili olmuşlardır.
1785 Kırım ve Balkanlar, 1828-1829 Balkanlar, 1861-1864, Kafkasya, 1878-1878 (93 Harbi) Osmanlı Rus Savaşı sonrası Balkanlar, Kafkasya, Ahıska, 1912-1913 Balkan Savaşları sonucu Balkanlar 1914-1918 I. Dünya savaşı sırasında Mısır-Suriye, Irak-Kafkasya- Balkanlardan 1923 Lozan sonucu nüfus müdahalesi ile yapılan göçlerden Çorum ve çevresi dolayısı ile Alaca (Hüseyinova) ve köyleri nasibini almıştır. Örnek: Alaca (Hüseyinova) da Mahalle-i Cedid’e yeni mahallelerin eklenmesi, Tatar, Muhacir, Çerkez ve yeni Türkmen köylerinin kurulması gibi.
Açacak olursak (Kalecikkaya, Dedepınar, Yağlıçal, Beşiktepe, Gerdekkaya, Fakılar, Kuyluş, Kızılyar, Örükaya, Kapaklı, Altıntaş, Seyitnizam, İbrahim Köyü, Kayabüğet, Dereyazıcı, B.Keşlik… vb) Bu örnekler, köylerle ilgili araştırma neticeleriyle çoğaltılabilir.
XVIII. yy’ın sonlarına doğru (1792’ ye) Çorumlu Süleyman Fevzi Paşa’nın merkeze gönderdiği maruzatında zikredilen eşkıya sayısı ve olayları hayli kabarıktır. Bunlardan birkaçı; “Öldükoğlu Hasan, Çikoğlu Hasan, Akbıyıkoğlu Mehmet, Mehmet ve İvazoğlu İsmail… gibi. Sancak beyi Yusuf Paşa, bunları tedip edemediği için Osmancık yöresinde himaye görmüşlerdir.”
XIX. yy’ın başlangıcında yapılan ilk iş, ayanların nüfuzunu kırmaktır. Sened-i İttifak bunun bir örneğidir. Kabakçı Mustafa İsyanını takiben merkezdeki II. İsyan Alemdar Mustafa Paşa’ya yönelik “Bab-ı Ali Baskını” yeniçeri isyanıdır. Bu durumu taşra olayları takip eder. Yakın çevremizde ilk gelişmeler “Osmancık kadısının Karaören Köyü yakınlarında beş nefer tarafından soyulması, İskilip’te Hacı Bekir’in zorbalığa başlaması ve Çorum’a sürgün edilmesi, yine İskilip çevresinde Topçuoğlu Ahmet ile Kürt Mustafa’nın yeniçerililik iddiaları, 1826’da Osmancık Voyvodası’nın oğlu İbrahim’in bir takım eşkiyayı başına toplaması köyleri yağma ve talan etmesi, Göbeloğlu Ahmed’i de yanına alarak” çevresine büyük zarar verir. [64]
“Mütareke döneminde Çorum’un Rum çetelerinden çok geleneksel olarak Anadolu’da sık sık görülen çetelerin baskısını görmesidir. Yunan Kızılhaç gemileri ile Rum Pontus devletini kurmayı amaçlayan Rumlar silahlanarak örgütlenmişler ve birbirleri ile bağlantıyı sağlamışlardı . Çorum’da az sayıda Rum bulunmasına rağmen Hazaraki başkanlığında merkezi İstanbul’da olan Sulh ve Selamet Cemiyeti’nin bir şubesi kuruluyor ve bu cemiyet Rum Pontus Cemiyeti ile ilişki kurmaya çalışıyordu. Hatta bu cemiyet içinde üç Türk de yer alıyordu. Samsun civarında büyük bir milis grubunu kumanda eden, Pontusçu Rum “General Anonya”nın etkileri Çorum’un kuzeyini tehdit ediyordu.”
Asıl çevremizde ise örneğin; 80 kişilik Kördede çetesi Çorum ile Dersim arasında faaliyettedir, bugünkü Ortaköy kazasının Karahacib köyünü basıp devletin aşarını sakladığı zahire ambarını yarıp köylüye dağıtmıştır.”[65]
İlaveten Büyük Dona, Tutaş, Tutluca, Camili, Karamahmut’ta çeşitli faaliyetlerde bulunmuş. Alaca’da kapıaltı (çavuşluk) görevi yapan Çerkes İdris’i Karamahmut’ta şehit etmiştir. Asıl mesken edildiği İskilip Kozluören İbik Deresi Mevkii’nde bir baskınla Çorum Mutasarrıfı Süleyman Sami Bey kuvvetlerince sıkıştırılır. Kördede ve yirmibeş kişilik avanesi oracıkta öldürülür. Çorum’da halka teşhir edilir. Bölgede bir başka eşkıya da Musa Çavuş ve çetesidir. Bunları Dört tepe taraflarında Esat Çetesi Harami boğazında “Yırtma” namı ile ün salmış çete ve eşkiyalar takip eder. Bu kargaşa dan yararlanıp “Bulanık suda balık avlamak” gibi bir fırsatçılık içine giren ve Alaca’nın köylerinden olup gündüz ormanlık alanlarda ve kendilerini koruyan köylerde, saklanıp geceleri Elicek deresinde, Küre ve Hatap yöresinde yol kesip adam soyan Kara Eyup, Tilik Mehmet, Şor Gazi, Ciritçi Hasan ve Ciritçi Ziya…vb. ismini ve köyünü belirtmediğimiz birçok şahıslar vardır. Çorum Mutasarrıfı Süleyman Sami Bey’in çabalarıyla birçoğu “tenkil” edileceklerdir.
“Süleyman Sami Bey’in mutasarrıflığının sona erdiği 5 Nisan 1919’a kadar Çorum yöresinin asayişi en düzenli kesimidir. İşgal kuvvetlerinin Samsun’da, Merzifon’da müfrezeleri olmasına rağmen Çorum’da böyle bir müdahale söz konusu değildir.” [66]
“Bu zamanda Çorum Ankara’ya bağlı bir sancaktır. Bu sancağa Osmancık, İskilip, Sungurlu, Mecitözü ilçeleri bağlı olup Alaca bucak merkezidir. Ankara Valisi olan Muhittin Paşa, saltanat taraflısı olan Çorum Valisi Samih Fethi ile işbirliği halinde Milli Kurtuluş hareketine cephe almakta idi. (Çorum ve Kastamonu hadızatında milli davaya muhalif merkezler değildi. İstanbul hükümeti, buralara kendisine sadık kalmış vali, mutasarrıf ve bir alay kumandanı ile hakim olmaya çalışıyordu.)
Mustafa Kemal, Havza’da iken 20. Kolordu Komutanı olan ve Ankara’da bulunan Ali Fuat Cebesoy’la görüşmek üzere Havza’ya davet etti. Gelirken kimliğini saklamasını uygun gördüğünü belirtti.” [67]
“Ali Fuat Paşa Ankara’dan hareketinin ikinci günü yol rotalarını değiştirerek Sungurlu-Çorum – Merzifon yolunu (Tosya-Osmancık-Merzifon yolunu bırakıp) uygun görerek 16-17 Haziran günü Çorum’a gelmiş ve Müezzinoğulları’nın evinde misafir olmuştur”[68]
“Çorum’da bir gece misafir kalan General Ali Fuat Paşa, o gece memleketin ileri gelenlerinden bir kaçı ile görüşür, bilgi alır ve yurdun içinde bulunduğu tehlikelere işaret eder ve Ankara Valisi Muhittin Paşa ile Çorum Mutasarrıfı’nın tutumunu beğenmediğini bildirir.”
General Ali Fuat Cebesoy, Amasya’da M. Kemal Atatürk ile görüşüp Millî Kurtuluş Hareketi’nin en önemli belgesi olan (Amasya bildirisi) ni imzaladıktan sonra Çorum – Alaca – Yozgat yoluyla 26 Haziran 1919”da Ankara’ya dönmüştür.”[69]
“23 Temmuz 1919 Erzurum kongresi tamamlandıktan sonra Sivas Kongresi hazırlıklarına geçilmişti. Ancak İstanbul hükümeti, etkili olduğu yerlerde Sivas Kongresi’ne delege seçilmesini engellemeye çalışmıştır. Ankara Valisi Muhittin Paşa, Ali Fuat Paşa’nin gayretlerine rağmen Sivas Kongresi’ne delege seçilmesini önlemişti. Ankara’nın sancaklarında ise Ali Fuat Paşa etkili olmuş, bu yörelerin delegeleri Sivas’a gitmişti. Çorum da bunlar arasındaydı.
Çorum Mutasarrıfı Samih Fethi’nin engelleme çabalarına rağmen Mehmet Tevfik Efendi ve Sabıkzâde Abdurrahman Dursun Bey delege olarak Sivas Kongresine katılmışlardır. Mehmet Tevfik Efendi (Ergun), medrese eğitimi görmüş bir din adamıdır. Malatya’nın Yeşilyurt (Çırmıktı) ilçesinde doğmuş, Konya ve Kayseri’de medrese eğitimi görmüş 1906’da Çorum’da Kürt Hacı Mustafa Efendiden icazet almış, 1909’da Mecdiye Mektebi (İstiklal İlköğretim) ne öğretmen olmuştur. I.Cihan Savaşı’nda, Çanakkale ve Sina cephelerine gitmiş, madalyayla ödüllendirilmiştir. 1919’da terhis olduğunda teğmen rütbesinde bulunuyordu. Sivas Kongresi’ne delege seçildiğinde, Reşadiye ilk okulu öğretmeni idi.” ek olarak şunu söyleyebiliriz: Delege görevini tamamladıktan sonra 1921 yılında Ankara tarafından Alaca’ya müftü tayin edilmiş, 1929’a kadar Alaca’da 1929’dan 10 Haziran 1961’e kadar da Çorum’da müftülük görevi ifa etmiştir. Milli Mücadelenin destekçisi bu müftüyü rahmetle anıyoruz). [70]
Sivas Kongresi’ni takiben II.Amasya görüşmeleri, Temsil Heyeti’nin Ankara’ya gelmesi, yurt genelinde yapılan seçimler sonucu temsilcilerin bir kısmının Ankara ile görüştükten sonra Son Osmanlı Mebuslar Meclisi’ni açmak üzere İstanbul’da toplanmaları, 12-28 Ocak Osmanlı Mebusan Meclisi çalışmaları, Misak-ı Milli kararlarının yayınlanması ve 16 Mart 1920 İstanbul’un resmen işgali, 19 Mart 1920 Millet Meclisi’nin basılması. Ankara ile irtibatın kesilmesi karşı önlemleri: (Osmanlı Mebuslar Meclisi’ne üye olarak Embiyazâde İsmet Bey, seçilmiş İngiliz baskınından kurtulmuş ve deniz yoluyla bir geminin yük ambarında saklanarak Samsun’a gelmeyi başarmış. Oradan da Çorum üzerinden Ankara’ya ulaşmış yeni T.B.M.M çalışmalarına katılmıştır.)
“Talimatnâme gereğince Çorum’da da seçimler yapılmış, Büyük Millet Meclisi için beş kişi seçilmiştir. Bu beş kişi Ferit Bey (40 yaşında Kastamonu Defterdarı) Fuat Bey (37 yaş Mülkiye Müfettişi), Haşim Bey (44 yaş Davavekili), Mumcuzâde Sıddık Bey (40 yaş. Çiftçi. Mecitözü Belediye Başkanı) ve Dr. Atıf Beydir. Doktor Atıf Bey, “Kanaati siyasiyesine uygun bulunmadığından” mebusluktan istifa etmiştir. Seçimde bu beş kişiden sonra gelen iki kişi de mebusluğu kabul etmediğinden üçüncü sıradaki Sabıkzâde Abdurrahman Dursun Bey (48 yaş idadi öğretmeni Sivas Kongresi delegesi) 23 Nisan 1920’de TBMM’i açıldığında Çorum’un 5 mebusu bulunuyordu. 21 Temmuz 1920’de Embiyazâde İsmet Bey (Eker) de katılacaktır. [71]
(Not: Başkan Vekili sıfatıyla Embiyazâde İsmet Bey (Eker), Mustafa Kemal’in Cumhurbaşkanı seçildiğinde T.B.M.Meclisi’ne Başkanlık ederek tarihi kanunların çıkmasını sağlamıştır.) [72]
Tüm yaşanan olay sırasında Çorum Mutasarrıfı Semih Fethi Bey’in Ankara Valisi Muhittin Paşa ile Sivas Kongresi’ni önleme çabalarının sonuçsuz kalmasından sonra görevlerinden alınarak Mustafa Kemal ve Heyet-i Temsiliye’ye teslim edilerek cezalandırılmışlardır.
Bunlara ek olarak Çorum’da Dr. Atıf Bey ile Kadife Oğlu Abbas’ın ayaklanma hareketi milli mücadele taraftarlarınca sezinlenip çabuk kırılmıştır. Çaresiz kalan Dr. Atıf Bey ve Kadife oğlu Abbas, kiraladıkları bir faytonla Samsun’a oradan da deniz yoluyla İstanbul’a ulaşmayı başarıp padişahla Çorum temsilcisi olarak görüşmeyi başarıp dördüncü rütbeden birer mecidi nişanı ile taltif edilmişlerdir.” [73]
“Çorum’daki hürriyet ve itilafçıların girişimleri başarısızlığa uğrarken, Zile ve Yozgat’taki girişimleri oldukça önemli karışıklıklar yaratacaktır. “
“Bu sırada Zile’deki halifeciler, Avukat Ali Bey’in elebaşılığında ayaklandılar. Bunun üzerine süvari binbaşısı Hilmi Bey komutasındaki iki dağ topu ile takviyeli Çorum Müfrezesi, 3 Haziran 1920’de Zile’ye gönderildi ve bir af çıkarıldı. Bunun üzerine ayaklanmada bir yatışma görülmeye başladıysa da Postacı Nazım ve arkadaşları 6-7 haziran gecesi Zile’yi basmışlardır.
Çorum Müfrezesi’ni kaleye çekilmeye zorladılar. 3. Kolordu Komutanı Selahattin Bey’le Yarbay Cemil Cahit (Toydemir) Bey komutasındaki 5. Tümeni Zile’ye gönderildi. Zile sırtlarına yerleşen tümen 8 Haziran’da ilerlemeye başladı. Buna karşılık kaledeki Çorum Müfrezesi teslim olunca halifeciler ilçedeki müdafaa-i hukukçuların evlerini yağmaladılar. Müftüyü, ilçeye kaymakam yaptılar. 5. Tümen Komutanı da Mecitözü, Merzifon, Amasya, Turhal Müdafaa-i Hukuk cemiyetlerinden yardım istedi. Tümen kumandanı, ilçe ahşap binalardan oluştuğundan top ateşinin doğuracağı zarardan kaçınmak için temkinli davranıyordu. Yıldızeli Müfrezesi’nin de katılmasıyla Zile’ye yürüdü. Deveci Dağı’ndaki çatışmada halifeci güçleri dağıtarak 12 haziranda Zile’ye girdiler.
Zile’den kaçanlar (12 Haziran 1920) Alaca’nın Kapaklı ve Sultan köylerinde bulunan Çapanoğullarına katıldılar. Köylülerin hayvanlarını aldılar, Alaca üzerine yürüdüler. Bir yönetim oluşturdular. 14 Haziran 1920’de ayaklanma Yozgat’a sıçradı. [74]
“Yozgat’taki Hürriyet ve İtilaf Partisi başkanı olan Çapanoğlu Edip Bey ile kardeşi Celal Bey, Ankara TBMM’ne daha seçimler sırasında karşı vaziyet almışlardı. Yozgat Müdafaa-i Hukuk Heyeti, Ankara’ya gidecek temsilcileri seçmek için mutasarrıfın odasında bir toplantı düzenliyorlar, bu toplantıya gelen eşraftan ileri gelenler arasında Edip ve Celal Bey’lerde bulunuyordu. Seçim konusu üzerine konuşulurken Edip ve Celal Bey’ler söz alarak, “Böyle şey olmaz, seçim emri Kanun-i Esasiye göre hukuku hazreti padişahîdir. Biz buna razı değiliz” demişlerdir. Yozgat Müftüsü Ahmet Hulusi Efendi’nin sert cevabı üzerine seçim yapılmıştır. Çapanoğlu kardeşler toplantıyı bırakmışlar ve 30 imzalı bir telgrafla Ankara’ya “Bir meclis toplanmasının padişah arzusuna ve kanunlara aykırı olduğunu bildirmişlerdir.”[75]
“16 Mayıs 1920’de Çapanoğulları Yozgat’ta bir at yarışı düzenlediler. Bu yarışlara gelen Hacı Bekir, Zileli Musa, Osmaniye köyünden Meşeci İdris ve arkadaşları, Çapanoğlu Edip Bey’in evinde misafir edildiler. Yapılan gizli toplantıdan sonra köylere dağılarak Ankara aleyhine propogandalarına hız verdiler. Yozgat’ta bir hareketin hazırlanmakta olduğu Ankara’ca öğrenilmişti. Ayıntap bölgesindeki Kuva-i Milliye Müfrezesi kumandanı Kılıç Ali Bey Ankara’dan aldığı emir üzerine 1 Haziran’da Yozgat’a gelmiş, Akdağ Madeni, Boğazlayan’ı dolaşıp 10 kişilik bir milli kuvveti müfrezesine katmıştı ama, Yozgat’ta bir şey yapamaz durumda idi.
Genel Kurmay Başkanlığı Çapanoğullarının Ankara’ya gönderilmelerine karar vermişti. Kılıç Ali Bey, Çapanoğulları’nın evlerinin çevresine askerler yerleştirmişti. 7 Haziran 1920’de Çapanoğulları’nın tutuklanmaları kararı verildiğinde, Çapanoğulları’nın eski bir dostu olan Ankara Vali Vekilinin haber vermesi üzerine Çapanoğulları kaçtılar.” “Bunun üzerine isyan genişlemeye başladı. Boğazköy, Hamit (Keskin) ve Yenihan da ayaklanmalara katıldılar. 9 Haziran 1920’de Yozgat’ta sıkı yönetim ilan edilerek başına da tümen komutanı yetkisiyle Kılıç Ali Bey getirildi. Niğde’deki 11. tümenin 33. alayını Kayseri’deki taburu da yardıma gönderilmiş ve tabur 11 Haziran’da Kılıç Ali Bey’e katılmıştır.
“13 Haziran’da şehri kuşatan Çapanoğulları, 14 Haziran’da şehre girmişlerdir. Kılıç Ali Bey’in kuvvetleri dağılmış kendisi Boğazlayan’a çekilmiştir. Buradan gönderdiği raporda 60 atlıdan başka güvenilir kuvvet olmadığını, iki topla takviye edilmesi gerektiğini ve ancak Çerkez Ethem kuvvetleri Yozgat’a yürüdüğünde ona katılabileceğini bildiriyordu.” [76]
“Çapanoğlu Celal Bey Boğazlayan’da Kılıç Ali Bey’e gönderdiği mektupta amaçlarının Mustafa Kemal Paşa’yı yakalamak olduğunu, bunun için Kırşehir Mebusu Rıza Bey’le haberleşmeye çalıştıklarını, yakında Ankara’ya yürüyeceklerini bildirmesine rağmen başkaldırı Ankara yönünde değil, daha çok Çorum’a doğru gelişiyordu. 16 Haziran 1920’de Çapanoğlu Halit Bey önceleri Alaca’yı işgal etti. Ayaklananlar Akdağ Madeni’ni işgal ettiler. İşgalciler, Sivas Kongresi’ne katılan Hacı Tatlızâde Bahri Bey’in evine ve hükümet konağına çıkmışlar, Hapishaneden mahkumları çıkararak kendilerine katmışlar, Kaymakam Tahir Bey ile Askerlik Şubesi Başkanı Sivaslı Binbaşı Ahmet Beyi Sorgun’un Alişar köyünde kurşuna dizmişlerdir.
Küre istikametinden Alaca’yı savunmak için gelen kuvvetler, Çapanoğulları’nın 800 kişilik süvarisi karşısında dağılıyor. Alaca, 16 Haziran 1920’de ayaklananların eline düşüyor. Bundan sonra Çapanoğulları’nın kuvvetleri Çorum’a 15 km uzaklıktaki köylere kadar girmişler ve gözcülerini Hatap Boğazı’na kadar göndermişlerdi.[77] (Yozgat’ta ayaklanmanın yayılması üzerine Zile yöresindeki halifeci güçlerin faaliyetleri yine artmıştır. 15-16 Haziran gecesi Artova, Çamlıbel karakolları basılmıştı. Yıldızeli karakolu baskına uğradı.)
“Çorum, Alaca’nın asilerin eline geçmemesi ile ilgili tedbirler almaya çalışırken, Alaca Nahiye Müdürü Asaf Efendi, Çorum Mutasarrıflığına şu bilgileri verir: “Şimdi Arapseyfi karakolunda silahsız kaçıp gelen jandarmanın ifadesine göre Halit Bey’in 20 kişilik bir kuvveti karakolu basarak 1 jandarmayı şehit, diğerlerini esir etmişlerdir. Halit Bey’in kendisi nahiyenin Sincan, Arapseyfi ve diğer köylerden cebren aldığı kuvvetlerle Gerdekkaya köyüne girerek halkı tehdit ile kendisine iltihaka davet eylemekte ve gönderdiği 4 şaki de Bolatçık köyünden cebren adam çıkarmaya çalışmaktadır. Nahiye merkezinde, bir süvari 3 piyadeden başka kuvvet yoktur. Şimdi itimada şayan kimselerle hükümette toplanıp nahiye merkezinin müdafaası çarelerini aramakta isek de asilerin köylerdeki teşebbüs ve cüretlerine karşı mukavim bir kuvvet yetiştirilmesi ehem ve elzemdir, ve halkın kuvve-i maneviyesi de bu şekilde düzenlenecektir. Halit Bey kuvvetine karşı nahiye merkezinde kuvvet tedâriki imkansızdır. Mühim bir müfrezenin şimdiden hareketine emir verilmesine arz ve istirham eylerim.”[78]
“ Alaca Nahiye Müdürü Asaf Efendi, asiler Alaca’ya girmeden halkı asilere karşı birliğe davet ediyor, durum hakkında bilgi veriyor. Çorum mutasarrıfına verdiği bilgide, nahiyenin imkanları ölçüsünde 20 ile 30 arasında silahlı gönüllü tedarikli kavviyen memuldur.” Diyor. [79] Ancak bu savunma gücü hiç oluşturulamıyor. Büyükcamili köyünden Garip Bey ve Kızıllı köyünden Veli Ağa ile temasa geçmesine rağmen hiçbir sonuç alamaz.
“15 Haziran’da telgraf hattı açılır ve Çorum Mutasarrıfı Alaca’dan durumu öğrenmeye çalışır. Ancak Nahiye Müdürü Asaf Efendi ortalarda yoktur. Belediye Başkanı Behçet Efendi (Durukan), Yozgat’a yarım saat uzaklıkta bulunan asilerin Alaca’ya yada Sungurlu’ya gireceklerini haber alan nahiye müdürünün Alaca’dan ayrıldığını söyler. Şube reisi de verilen bilgiyi doğrular. Ve şunları ekler: “Dünkü tabur kumandanı maiyeti ile Arapseyfi köyü civarına hareket etmişti, bugün alessabah maiyeti ile merkeze uğrayarak Yozgat’ın asiler tarafından işgal edildiğini, müdüre haber vermesi üzerine müdürde iki araba ile ailesi ile birlikte Çorum’a hareket etmiştir. Jandarma takım kumandanı Mustafa Efendi, burada kalmış ise de tabur kumandanı jandarma efradının kısmı azamını alarak Çorum istikametine gitmiştir. Burada kalan jandarmalar da silahlarıyla beraber firar etmişlerdir. Ahalinin telaşta ve yağmacılıktan korkmakta oldukları maruzdur” [80] Bu durum üzere, Çorum’dan Alaca’yı asilerden korumakla görevlendirilen 15 kişilik müfreze, nahiye müdürü ile gerisin geriye Çorum’a dönmüştür.”
Behçet Efendi, ikinci telgraf görüşmesini yapar durumu bildirir. 15 Haziran akşamı Çorum’dan Alaca’ya sevk edilen Çorum Müfrezesi ( Tabur kumandanı 15 piyade ve 5 süvariden oluşan) yola çıkar. 16 Haziran çarşamba günü öğle sonu Alaca’ya ulaştığında, Alaca’nın asilerin elinde olduğunu öğrenir, ihtiyatla Harhar köyü istikametine çekilirler. Telgraf hattı yeniden çekilir.
Gelişen olayları yakından takip eden Ankara, Alaca’nın da işgali üzerine harekete geçerek Yunalılara karşı Eskişehir’de hazırlanan Çerkez Ethem’i Ankara’ya, o sıralarda Çerkeş’te bulunan Albay Refet’e çekilen telgrafla, “Yozgat düştükten sonra Çorum ve Çankırı’nın da düşmesi muhtemeldir. Bunlar da düşerse fesat genişlemiş olur. Çerkeş’te toplanan kuvvetlerle Çankırı’ya hareket lazımdır. Ne vakit hareket edeceğinizi bildiriniz.” talimatı verilir. Talimat üzere Çerkez Ethem 18 haziran akşamı, Çolak İbrahim kuvvetleri, 19 haziran akşamı Ankara’da toplanabileceklerdir.” [81]
17-18 Haziran Cuma (Ramazan bayramının ilk günü) Çapanoğlu Halit Bey adamları ve taraftarlarıyla (Örükaya ve Fakılar köylerinden kendilerine katılanlarla) Alaca’ya girer. Yeni Camiye (Şıhlar Camii) yeşil bayrak çekilir. Taraftarlar tekbir ve tevhidlerle Halit Bey’e refakat edilir. Nahiye ye gelen Çapanoğlu Halit Bey padişah adına idareye el koyar. Karslı Hafız’ı Nahiye Müdür Vekilliği’ne, Uzun Osman’ı da (Kapıaltı) Jandarma Başçavuşluğuna atar. Halkla konuşur. İkna yolu ile Zile üzere sefere çıkılacağı için maddi yardıma ihtiyaçları olduğu duyurulur.
Halkın duyarsız davranması üzerine şiddet ve baskıya başvurulur. Şehrin ileri gelenlerinde Kuvva-i Milliyeci (kongreci) olarak bilinenlerden 12 kişi hükümet konağının alt katındaki odalara hapsolunur. Bunlardan bir kaçı, (Mamalı Süleyman, Sarı Hamdi, Reji (Ambar memuru) Asım Efendi, Asımoğlu Bekir Efendi, Ahmet Efendi, Kayışoğlu Rıfat, Erzurum’lu Hakkı Efendi…gibi) isimler. Bununla iktifa etmeyen asiler Akşamdan itibaren Kayışoğlu’nun mağazasını yağma ve talan ediyorlar.
Sabah olunca 19 Haziran 1920 Cumartesi günü Halit Bey kuvvetleri ile birlikte Zile’ye gitmek üzere yola çıkıyorlar. Harhar köyünde üstlenen müfrezeye, merkez komutanı Yüzbaşı Ahmet ile Dr. Tevfik Bey ve takviye ile sayıları 40 kişiyi geçer. Bu arada Çorum Mutasarrıfı liderliğinde ikinci bir kuvvet (yaklaşık 75 kişi ve 6 araba erzak) Alaca’ya hareket eder. Önce Küre’de duraklar haber alırlar, Asilerin Alaca’dan çekildiği yönünde. İbrahimköyü’nde ikinci defa soruşturmadan sonra Alaca (Demirci köprüsü yanında -şimdiki eski mezarlık- üç çingene çadırının bulunduğu) istikametine ilerlerler. Çingeneler kendilerinin üzerine geldiklerini zannederek ellerindeki silahları, Çorum atlıları üzerine ateşlemekle çatışmayı başlatmışlar. Çorum müfrezesi pusuya düşürüldükleri kanaatiyle kısa sürede dağılır. Nahiyede silah sesleri duyulmasıyla Çapanoğulları taraftarları harekete geçer. Kekeç Mehmet (Hacı Osman oğlu) haberi Karahacib köyü yakınlarındaki Halit Bey’e iletir. Halit Bey, kuvvetleriyle geri döner. (üç koldan Hışır-Sapmaz-Kızıllı üzerinden) Alaca’ya girer. Çorum müfrezesi ile Yelderesi (bugünkü İbrahim köyü güneyi Kazan Mevkii’nde) tabur kumandanı binbaşı Nedim Reji Asım oğlu Bekir Efendi, Alaca Askerlik Şubesinden 1 jandarma şehit olurlar.
“Tahsildar Daldaloğlu ise kaçtığı Kızkaraca köyünde linç edilir. Çorum müfrezesine daha sonra katılan Yüzbaşı Ahmet Bey ile jandarma süvari Çavuşu başlarına dipçikle vurularak şehit edilmişlerdir. Esir düşen jandarmalar, propaganda maksadıyla Halit Bey tarafından serbest bırakılmışlar. Mutasarrıf emrindeki kuvvetler Alaca’daki çatışmayı duyunca dağılır. Mutasarrıf 20 Haziran pazar günü Çorum’a ulaşır tedbirlerini artırır. [82]
“Ali Fuat Paşa tarafından ikna edilerek Ankara’ya gönderilen Ethem Bey, 19 Haziran 1920’de (70 subay, 2100 er, 13 bin hayvan, 4 topluk bir dağ bataryası, 1 sahra topu, 8 makinalı tüfek gücü ile) Genel Kurmay Başkanlığı’nca verilen emir gereği isyan bölgesine hareket etti.” [83]
“19 Haziran 1920 (H 1336)
Ankara’da Kuvva-ı Tedibiye Umum Kumandanı Ethem Beyefendiye,
1- Yozgat-Zile mıntıkasında son isyan vaziyeti şöyledir: Akdağ madeni, Yozgat, Alaca mevkiileri isyancıların elindedir. Yenihan, Tokat, Mecitözü, Çorum, Sungurlu, Keskin, Mecidiye mevkileri bizim elimizdedir.
2– İsyan mıntıkasında ve doğrudan doğruya Erkan-ı Harbiye-i Umumiyenin emrinden bulunan kuvvetler şunlardır: 3, 4, 5 ve 6. Maddelerle rapor tamamlanıyor.
TBMM’si Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Reisi İsmet”[84]
“Çerkes Ethem’in Kuvay-ı Seyyaresi 20 Haziran’dan Ankara’da hareketle 23 haziran sabahı Yozgat’a geldiler. Sabahleyin şehrin batısından giren Çerkez Ethem kuvvetlerine karşı hilafet ordusu dayanamayarak, doğuya doğru çekilerek Akdağ Madeni yönünde şehri terkettiler. Kentteki Ermenilerde asilere katılmıştı. Çerkez Ethem kuvvetleri, hemen askeri bir mahkeme kurarak 12 kişiyi idam ettiler, bunlar arasında Şeriye Hakimi Hafız Şahap, oğlu Refet, Yörükzâde Hüsnü, Kadı Remzi, Çapanoğlu Mahmut, Vasıf Bey, Tevfikzâde Abdullah Efendi’ninde için de bulunduğu kişiler Çapanoğlu Edip ve Celal, Salih Beyler kaçmışlardı. Ethem Bey, Yozgat’ta 200 kişilik bir müfreze bırakarak 24 Haziran’da isyancıların toplanmakta oldukları Alaca üzerine yürüdü.” [85]
“Arapseyfi Boğazındaki Kat’i muharebe :
Çapanoğlu Celal ve Edip Beylerin asli kuvvetleri Yozgat ve Alaca arasındaki tek güzergah olan ve evvelce iyice tahkim edilmiş mevzilerine yerleşmiş kuvvetlerin atılması ve geçilmesi çok güç Arapseyfi Boğazı’nda saf tutmuşlardı. Düşmanın gayesini şöyle tahmin etmişti: Bizi Boğaza doğru çekmek ve meşgul etmek, arkadan da kafi kuvvetleriyle Yozgat’ı elimizden almak… Çünkü eğer bizi Arapseyfi Boğazı’nda sıkıştırırlarsa, başkaca imdat almaktan mahrum olduğumuz için, kendileri ise muhitten daima yardım görebileceklerinden iki ateş arasında eriteceklerdi.Düşmanın planını anlamamışçasına hareket ettim ve asli kuvvetlerimle Boğaz’a doğru yanaştım. Müsademeler bütün şiddetleriyle başladı. Asilerin beklediği fırsatı kendilerine vermiş gözüktüm.
Ne yazık ki bu, iki taraf arasında da çok telefata sebep olan tarz idi. Başka çarem yoktu. Asiler bozulunca bizimkilere ateşi kesmelerini emrettim. Münadiler çıkararak teslim olanların affedileceklerini bildirdim. İsyancıların sayısı, tahmin edildiğinin çok üstünde idi. Çapanoğlu Edip ve Celal Beylerin kaçabilecekleri tek yolu kasden tıkamamıştım. Uzun yayla istikametinde olan bu yolu, açık bırakmamın sebebi, isyanın elebaşılarına buradan harp yerini terke ümit bırakmak idi. Nitekim bizler boğazın arkasına sarkarak her tarafı muhasara altında aldığımız zaman Edip ve Celal Beyler bu fırsattan istifade ederek kaçmışlardı…
Çok sıcak bir gündü muharebe akşama kadar sürmüştü. Burada “muharebe” tabirini kullanmış olmam çok tabi görülmelidir. İki taraf da top, makinalı tüfek, bombalar kullanıyordu. Bilhassa asiler cömertçe mermi kullanıyordu. Tahmin edildiğinden çok malzemeye sahip oldukları anlaşılıyordu.
Arapseyfi Boğazı’nın yamaçları yüzlerce, evet yüzlerce ölü ile dolu idi. Yaralıların iniltileri etrafı doldurmuştu. Sıhhi kudretimiz pek mütevazi idi. Buna rağmen elimizden geleni yapıyorduk. Hücumlar çok şiddetli olmuş, kesif ateş içinde iki taraf tahmin edilebileceğinden çok zayiat vermişti.” [86]
25 Haziran Cuma günü iki saatlik bir top ateşi sonrası Çerkez Ethem kuvvetleri Alaca’ya girmiştir. Sungurlu-Boğazkale üzerinden tekrar Arap seyfi de kardeşleriyle buluşan Halit Beyler Aziziye’ye (Pınarbaşı) çekilmişlerdir. 24 Haziran günü meydana gelen Arapseyfi çatışmasından haberdar olan Alaca’da kimse tertibat alma cüretini gösteremez. Ancak nahiye müdür vekili, Kapıaltı çavuşu ve arkadaşlarından bazıları saklanırlar. Bunlardan Örükayalı Resul Hoca ile Nahiye Müdür Vekili Karslı Hafız arasında bir pusula ile haberleşme olduğu ileri sürülmekte ise de aslı yoktur. Hadisede de istememezlik ve fesatlık esastır. Jandarma Çavuşu (Kapıaltı) Uzun Osman, Yağlı Çallı Ömer, Hacı Ali ve yanlarındaki nahiye içindeki Abbas Çavuş’un değirmeninde mevzilenirler. Ancak müsademe sonrası şehre giren kuvvetlerce ismi zikredilen üç kişi orada öldürülür, diğerleri kaçarlar.
Çerkez Ethem Bey ve kuvvetleri, 25-26 haziran günleri Alaca’da kalır. Halktan ve ileri gelenlerden alınan şikayet ve ihbarlar üzerine birçok kimse toplanır ve hapsedilir. Belediye Başkanı Behçet Efendi araya girer. Bir çok kimsenin kurtarılmasında etkili olur. Ancak Resul Hoca, Örükaya’dan Alaca’ya getirilip ayaküstü muhakeme ile idam edilir. Karslı Hafız’ın büyük oğlu İhsan, Dayısı Ahmet Bey’in gözü önünde, Hacı Mahmut’un ağabeyi Gazi Kardeşinin gözü önünde, Sarı Mehmet’i, Kazan Ahmet’lerin Hüseyin Çavuş’u sorgulama sırasında öldürürler. Yakınları şiddetin korkusundan hiçbir şey yapamaz ve söyleyemez. Yakalanamayan ve elebaşı olarak ileri sürülen şahıslardan Karslı Hafız’ın evi yakılır, birikintisine el konulur. Kızıllılı Veli Ağa ve Alaca’dan Osman Kahya, Yakup Efendi, Fakılarlı Molla Aziz’in evleri yakılmıştır. Çapanoğlu tarafları dağılmış, Halk sinmiş şiddet ve infaz şok etkisi yapmıştır. Herkes artık Milli Hükümet ve Kuvay-i Milliye yanlısıdır.
“Cemal Kutay’ın eserinde Çerkez Ethem Bey’in kendi anlatımıyla; Zile’ye kadar bütün isyan sahası, yedi günde temizlendi. Her yerde yeni yeni hadiselerle karşılaşarak ve çoğu yerde oldukça çetin mukavemetleri kırarak, isyan yuvalarını temizledik. Sekiz gün süren harekattan sonra çok sayıda malzeme elde etmiş ve bütün havalide sükûnu temin etmiş olarak Yozgat’a döndüm. Arapseyfi başarımız ehemmiyetini kavrayan, Ankara’da Mustafa Kemal Paşa’dan çok hararetli bir tebrik ve teşekkür telgrafı aldı. Bu telgrafta Çorum’da bulunan Rafet Bey’e Zile’de bulunan Cemil Cahit Bey’e, asi döküntülerini toplamak için emir verildiği bildiriliyordu. Yer yer döküntüleri kalan artıkları tasfiye etmesi hususunda Cemil Bey’e lüzumlu malumatı verdim ve kendisinden avdetime kadar neticeler hakkında izahat aldım. Alaca eşrafından, alevilerin tarikat şeyhi Dede Garip Bey’in isyanla alakası olduğu hakkında ihbarlar almış fakat bu zatı mahkemeye verdirmemiştim. Mahalli akisle mülâhaza etmiştim.” [87]
28 Haziran Pazartesi 1920 (1336) Alaca’da iken Kemal Paşa’dan kutlama telgrafı alan Çerkez Ethem müfreze (200 er kişilik ayrı iki grup halinde) oluşturmak için kumandanlarından Yüzbaşı Ethem (İzmirli) ile Çakır Efe’yi Alaca’dan bırakır. Ayrıca Büyük Camilili Dede Garip Dedekargın ve oğlu Hüseyin Gazi’den teçhizatlı 400 süvari ister. Çorum Mutasarrıfına bilgi verilir. İkinci bir haberleşmede ise Kalehisarlı Zekeriya Efendi’nin memur edildiğini aynı köyden Ahmet Ağa’nın da yardımcı olacağını bildirir, Ancak Çorum Mutasarrıfı ve Rafet Paşa, bu durumu hoş karşılamazlar. (Sebep: Kısa sürede halktan çeşitli şikayet ve yakınmalar alınmıştır)
Müfreze oluşturma çalışmalarında, baskı, şiddet, dövme, yaralama, yakma, soygun ve kurşuna dizme olayları görülmüştür. Abartılı da olsa kulaktan kulağa aktarılmaktadır. On gün kadar Yozgat’ta kalan Çerkez Ethem 9 Temmuz 1920’de Yozgat’tan hareketle Ankara’ya ulaşır. Gönüllü alayı oluşturma çabalarında zikredilen afla tutuklular serbest bırakılır. Ancak ağır hükümlülükler yüklenerek “Eylül ayında hükümetin baskısı üzerine Celal ve Edip Beyler Ankara’ya teslim edilir. M. Kemal, bunlara ceza uygulatmayarak, kendilerini ayrı ayrı yörelerde oturmalarını zorunlu kıldı.” [88]
“Çolak İbrahim kuvvetlerinin iki aylık uğraşmaları sonucu ayaklanan kuvvetler tamamiyle dağılmış, Alaca’nın Karatepe köyünde saklanan Çapanoğlu Halit Bey Amasya Divan-ı Harbi’nde yargılanarak idam edilmiştir.” [89]
(NOT: Alaca müfrezesi Çerkez Ethem Bey’in kumandanları İzmirli Yüzbaşı Ethem Bey ile Çakır Efe tarafından (ellerinde Çerkez Ethem’in emri bulunan belge ile) zorlama süretiyle oluşturulmuş ve bu duruma Garip Dedekargın katkı sağlamıştır. Çorum, bu zoraki olaya karşı çıkmıştır. Vatandaş mağdurdur. Ayrıca bu olay Rafet Bey ile Ethem Bey’in aralarının açılmasındaki sebeplerden birini teşkil eder. Ali Fuat Paşa (Garp Cephesi komutanı) komutasında Gediz Muharebesi’nde Alaca müfrezesi görev yapmış. Kuvvetlerimizin geri çekilişinde 150 kadar asker cepheden kaçarak kaçak durumuna düşmüştür. Çerkez Ethem’in buradaki tutumu, ayrı bir inceleme konusudur.)
Alaca, Milli Mücadele (Kurtuluş Savaşı’na) ’ye küçümsenmeyecek boyutta iştirak etmiş. Türkiye genelinde ki şehit sayısı, yaklaşık 36 bin 500 iken Çorum ilçeleri ile birlikte 1516 şehit vermiştir. Alaca, bu toplamda 102 şehit ve 125 İstiklâl Madalyası ile kendi yerini almıştır.
Cumhuriyetin ilanı ile Alaca’da da yeni bir dönem başlamış oldu.